Uluslararası İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Usame bin Ladin’in Öldürülmesi
Usame bin Ladin’in ABD özel kuvvetleri Navy SEALs tarafından gerçekleştirilen bir operasyonla Pakistan’da öldürülmesinin üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen bu operasyonun birçok açıdan hukuka uygunluğu hala tartışılmaktadır. Bu yazıda da İnsancıl Hukuk ve İnsan Hakları Hukuku bakımından bin Ladin’in yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği tartışılacak, operasyona dair ius ad bellum kaynaklı çıkan problemler yazı kapsamında yer almayacaktır.
Usame bin Ladin’in öldürülmesiyle sonuçlanan operasyon literatürde ‘targeted killing’ yani hedef alarak öldürme olarak geçer. Hedef alarak öldürme, uluslararası hukukta tanımlanmış bir terim olmamasına rağmen özellikle İsrail’in bazı Filistinli direnişçilere karşı gerçekleştirdiği suikastler ve ABD’nin ‘terörist gruplar’ olarak adlandırdığı örgütlerin üyelerine yönelik operasyonları ile hukuk alanında görünür olmuştur. Hedef alarak öldürme, savaş ya da barış zamanlarında devletlerin gözaltında olmayan belirli kişilere karşı önceden belirlediği kasıtlı ve öldürücü kuvvet eylemleri gerçekleştirmesi olarak tanımlanabilir. Aslen uluslararası hukukta hedef alarak öldürme yasaktır. Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri ortak 3. maddesi uyarınca sivilleri kasıtlı olarak öldürmek yasaklanmıştır. Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (MSHS)’nin 6. maddesine göre de yaşam hakkı keyfi olarak ihlal edilemez.
- İnsancıl Hukuk Açısından Operasyonun İncelenmesi
İnsancıl hukuk bağlamında meseleyi değerlendirmek için ABD ve El-Kaide arasındaki çatışmayı kategorilendirmek gerekmektedir. Silahlı çatışmalar, uluslararası nitelikteki silahlı çatışmalar (IAC) ve uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar (NIAC) olarak ikiye ayrılır. Uluslararası silahlı çatışmalar, 1949 Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri ortak 2. maddede tanımlandığı üzere, iki ya da daha fazla devletin dahil olduğu silahlı çatışmalardır. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalar ise organize silahlı gruplar ve hükumete bağlı silahlı güçlerin çatışmalarıdır. Bu tür çatışmalarda insancıl hukuk bağlamında uygulanacak uluslararası sözleşmeler Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri ortak 3. madde, bu çatışma türünü tanımlayan Ek Protokol II 1. madde ve uluslararası insancıl teamül hukukudur (customary international humanitarian law).
Uluslararası olmayan silahlı çatışmadan bahsedebilmek için iki koşul sağlanmalıdır; taraflar arasındaki şiddet belli bir yoğunluğa ulaşmalı ve çatışmanın tarafları örgütlü olmalıdır. Tarafların örgütlü olmasından kasıt grup içi askeri organizasyonu sağlanmış olması ve bulundukları bölgedeki denetim güçleridir.
ABD ve El-Kaide’nin durumuna baktığımızda; El-Kaide’nin lideri sıfatıyla bin Ladin’in ABD’ye karşı savaş ilan etmesi, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanması, çeşitli ülkelerdeki ABD elçiliklerine saldırılar düzenlenmesi ve en kanlısı olarak 2001’de gerçekleştirilen 11 Eylül saldırılarının El-Kaide tarafından üstlenilmesi ile taraflar arasındaki şiddetin belli yoğunluğa ulaştığı söyleyebiliriz.
ABD Merkez Komutanı David Petraeus 2009 yılında yaptığı açıklamada, Pakistan’ın El-Kaide’nin küresel operasyonlarındaki ‘dünya üssü’ olduğunu belirtmiş; benzer şekilde Leon Panetta 2010 yılında CIA direktörü sıfatıyla yaptığı açıklamada, Afganistan’da yoğunluğu azalmasına rağmen El-Kaide’nin konuşlandığı asıl yerin Pakistan olduğunu söylemişti. Devlet dışı bir silahlı grup olarak gerçekleştirdiği saldırıların büyüklüğü ve etkisi göz önüne alındığında hem stratejik hem de organizasyonel anlamda El-Kaide’nin örgütlü bir yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Bu noktada bin Ladin’in de, hasta olduğu ve sembolik bir isme dönüştüğü tartışmalarına rağmen, örgüt içinde etkili ve lider pozisyonuna sahip olduğunu eklemek gerekir.
Bu açıklamalar üzerinden ABD ile El-Kaide arasındaki çatışmanın uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma kategorisinde olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
İnsan hakları üzerine sözleşmeler ile yaşam hakkı korunurken silahlı çatışmalar zamanında uygulanan insancıl hukuk bağlamında kişilerin savaşçı (combatant/fighter) olup olmaması önem taşır. Ancak burada da aynı tercümeye sahip iki terim arasındaki anlam farkına değinmek gerekir. ‘Combatant’ terimi uluslararası silahlı çatışma durumlarında, çatışmada aktif ve direkt katılımda bulunan kişiler için kullanılır. Uluslararası silahlı çatışmada en az iki çatışan devlet bulunduğundan bu durumda ‘combatant’ hükumetlere bağlı silahlı güçler olacaktır. Bu çatışma sırasında karşılıklı çatışan kişilere belli durumlarda koruma sağlayan savaş esiri (prisoner of war, POW) statüsüdür.
Her ne kadar ‘combatant’ terimi uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda da kullanılsa da bu kullanım ancak çatışma tarafı hükumete bağlı silahlı güçler içindir ve uluslararası nitelikteki silahlı çatışmalarda olduğu gibi ‘combatant’ ve savaş esiri (POW) statüsü sağlamayacaktır. Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda ise kullanılacak doğru terim ‘fighter’ olacaktır. Bu kişiler için de bazı durumlarda koruma sağlayacak statü de ancak hors de combattır. Silahlı çatışma sırasında düşman güçlerini hedef alarak öldürme tek başına uluslararası hukuka aykırılık teşkil etmemekle birlikte hors de combat yani savunmasız durumdaki kişiye saldırmak yine hukuka aykırı olacaktır. Bu bağlamda ABD ile El-Kaide arasındaki uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma durumunda örgütün lideri olan bin Ladin’i koruyacak statü de budur. Hors de combat statüsüne Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmeleri ortak 3. maddede yer verilmiş , Ek Protokol I 41. maddede kimlerin bu statüye sahip olacağı tanımlanmış ve bu statü insancıl teamül hukukunun bir parçası olmuştur. Buna göre çatışmada çeşitli sebeplerle savaş dışı kalmış kişilere saldırılması uluslararası hukuka aykırılık teşkil eder. Bu kişilerden biri de teslim olma iradesini açıkça belli eden kişidir. Elleri havaya kaldırmak, elindeki silahı atmak ya da beyaz bayrak sallamak bu iradeyi gösterme yöntemleri olarak sayılabilir. Herhangi bir karşı saldırı ya da kaçma durumunda ise kişi bu statünün korumasından mahrum kalacaktır. Bu bilgiler ışığında bin Ladin’in ABD askerlerine karşı sergilemiş olduğu tutum önemli olacaktır.
Uluslararası hukukta tartışılmaya devam etse de ABD’nin operasyonun hukukiliği açısından endişesi bulunmadığı görülmektedir. Nitekim dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı Hukuk Danışmanı Harold Koh operasyonun hukuka uygunluğu ile ilgili yaptığı açıklamada, ABD’nin El Kaide ile olan silahlı çatışmasında bin Ladin’in düşman bir gücün lideri ve meşru bir hedef olduğunu ve ABD için yakın tehdit oluşturmaya devam ettiğini söylemişti. Ayrıca dönemin Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jay Carney tarafından yapılan resmi açıklamada bin Ladin’in 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren El-Kaide’nin lideri olduğu ve yeni saldırılar planladığı, bu nedenle operasyonun hukukiliği anlamında soruya yer olmadığı belirtilmişti. Yetkililerinden gelen açıklamalardan anlaşıldığı üzere çatışmanın taraflarından ABD, El-Kaide’yi, kendilerine sürekli ve devamlı tehdit oluşturduğundan bahisle, uluslarası hukuk anlamında silahlı çatışmanın tarafı olabilecek organize silahlı bir grup olarak ele almakta ve Usame bin Ladin’i bu bağlamda örgütün lideri olması sebebiyle meşru hedef (lawful target) olarak görmektedir.
İnsancıl hukuk bağlamında bin Ladin, silahlı çatışma tarafı olan bir grubun lideri olarak karşı tarafça hedef alınabilir durumdadır. Hors de combat statüsünün sağladığı korumadan faydalanabilmesi için bin Ladin’in teslim olma iradesini açıkça göstermiş olması şarttır.
- Operasyonun İnsan Hakları Hukuku Kapsamında İncelenmesi
ABD’nin El-Kaide ile silahlı çatışmada bulunduğu ve örgütün üyelerini meşru hedef olarak görmesi uluslararası camiada genel olarak kabul görmekle beraber bin Ladin’in öldürülmesi ile sonuçlanan operasyonla ilgili tartışmaları nihayete erdirememektedir. Özellikle insan hakları hukuku bağlamında operasyonun amacı tartışmalıdır. İnsan hakları hukuku, silahlı çatışmalar zamanı da dahil olmak üzere her zaman geçerlidir ve silahlı çatışmalar zamanında aralarında net bir ayrım yapmak zorlaşır.
İnsan hakları hukuku bağlamındaysa yaşam hakkı daha katı şekilde korunduğundan ölümcül kuvvet kullanımı istisnadır, ancak diğer her türlü yol tüketilmesine rağmen kişi başkalarının hayatını tehlikeye sokuyorsa kullanım hukuki olabilir. Bunun dışındaki durumlarda kişilerin ölümcül kuvvet kullanılarak hedef alınması MSHS’nin 6. maddesinde yer alan yaşam hakkının keyfi ihlali yasağına ve AİHS’in 2. maddesinde yer alan yaşam hakkının korunmasına aykırı olacaktır. Bin Ladin’in operasyon sırasındaki durumunu ABD tarafından yapılan tatmin etmekten uzak ve çelişkili açıklamalar sebebiyle net bir şekilde bilmek mümkün olmamakla beraber olasılıklar değerlendirilebilir. Öncelikle bin Ladin’in öldürülmesinin insan hakları hukuku bağlamında hukuka uygun olması için gereken şartlar şu şekilde sıralanabilir.
- Operasyon kuvvet kullanımını minimuma indirmek üzere gerçekleştirilmiş olmalıdır.
- Usame bin Ladin SEAL kuvvetlerine saldırmış olmalıdır.
- Saldırıyı durduracak başka bir etkili yol bulunmamalıdır.
- Operasyon saldırıya dahil olmayan üçüncü kişileri tehlikeye sokmamalıdır.
Operasyonun gerçekleşmesiyle ilgili ABD yetkilileri mümkün olması durumunda bin Ladin’in sağ olarak yakalanması adına hazırlıklarını yaptıkları açıklamasında bulunmuşlardır. Buna çelişkili olarak SEALs ekibinin bin Ladin’i öldürmek dahil her türlü yetkiye haiz olduğu şeklinde ifadeler de mevcuttur. Operasyonda görevli bir askerin anlatımına göre bin Ladin silahsız ve savunmasız durumdayken önce göğsünden ve sonra başından olmak üzere iki öldürücü noktadan silahla vurulmuştur. Aynı odada bulunan eşi bacağından yaralanarak esir alınırken bin Ladin’in önce göğsünden yaralanmasına rağmen tekrar başından vurularak öldürülmesi, SEALs ekibinin bin Ladin’i sağ teslim almak amacında olmadığı tezini desteklemektedir. SEALs askerlerini gördükten sonra odasına kaçan ve göğsünden yaralı vaziyetteki bin Ladin’in askerlerle çatışmaya girmesinin mümkün olup olmadığı ya da askerlerin onu öldürmekten başka yollarının olup olmadığı da tam olarak bilinemeyecek olmasına karşın operasyonun bin Ladin’in yakalanmasını değil öldürülmesini amaçladığı durumda insan hakları hukuku bakımından savunulması güçleşecektir.
Sonuç
Silahlı çatışma zamanlarında insancıl hukuk ve insan hakları hukuku arasında sınırları belirlemek oldukça güçtür. Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’nin katkılarıyla gelişen ‘terörle savaş’ söylemi ile artan uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda uygulanacak hukuk anlamında literatürde farklı görüşler bulunmakla beraber, insancıl hukuk bağlamında hedef alınabilecek bin Ladin’in insan hakları hukuku bağlamında yaşam hakkı koruma altındadır.
Her ne kadar bin Ladin’in hors de combat statüsünü kaybetmesine sebep olacak şekilde kaçmaya çalışıp çalışmadığı ya da silahına uzanıp uzanmadığı net değilse de, teslim olma yönünde açık iradesini gösterecek herhangi bir emare de yoktur. Bu anlamda bin Ladin’in insancıl hukuk bağlamında saldırılardan korunmasını sağlayacak bu statüye sahip olmadığını ve silahlı çatışmanın tarafı olan bir savaşçı (fighter) olarak hedef alınabileceğini söyleyebiliriz.
İnsan hakları hukuku bağlamında operasyonun sonucunu hukuki olarak değerlendirmek açısından yukarıda değinilen şartların sağlanmadığı görülmektedir. Ne bin Ladin’in SEAL’a saldırdığı ne de saldırıyı durduracak başka yöntemin bulunmadığı olası değildir. Çevresindeki diğer kişiler, hatta kendisine canlı kalkan olan eşi hayati olmayacak şekilde yaralanarak teslim alınabilirken bin Ladin’in iki hayati noktadan vurulmak suretiyle öldürülmesi insan hakları hukuku bağlamında yaşam hakkı ihlali oluşturmaktadır.