Teamül Hukuku Çerçevesinde Nükleer Silahların Yasaklanması
1. Giriş
Günümüzün gelişen teknolojisiyle beraber devletlerin artan nükleer silah denemeleri ve nükleer silahların kullanılması ya da en azından kullanılma tehdidi içermesi uluslararası hukuk nezdinde de söz konusu durumun teamül hukuku bakımından yasaklanıp yasaklanmadığı konusunda ikilik yaratmıştır. Nükleer silah başlık bulunduran ülkelerin (ABD, Fransa, Pakistan, Hindistan, İsrail vs.) 1968 Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Sözleşmesi’ne taraf olup nükleer başlık sayılarını azaltmaları, buna karşılık 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’na taraf olmayıp karşı çıkmaları doktrinde ve hatta Uluslararası Adalet Divanı nezdinde dahi nükleer silahların kullanımının yasaklanıp yasaklanmaması konusunun açıklığa kavuşmasını, gerek devlet uygulamaları gerek opinioiuris oluşması bakımından, zorlaştırmaktadır. Bu yazıda da teamül hukuku oluşumu için gerekli olan devlet uygulamaları, 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması ve uluslararası örgütlerin teamül hukukunun oluşumuyla ilişkisi çerçevesinde ve opinio iuris şartı ise silahlı çatışmalar hukukunun teamül kuralları çerçevesinde incelenecektir.
2. 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması ve ilgili Teamül Hukukunun Değerlendirmesi
a. Devlet Uygulamaları
i. Taraf Devletlerin Uygulamaları ve Beyanları
2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması nükleer silahların kullanılmasından ya da denemelerinden dolayı insanlık üzerinde yaratacağı negatif etkiler üzerinde durmaktadır. Antlaşmaya göre söz konusu negatif etkilerden korunmanın en etkili yolu tüm devletlerin bu sorumluluk bilincinde olup herhangi bir nükleer silah kullanımını önlemeleridir. Devletler öncelikle 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nda, daha sonrada 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nda nükleer silah kullanımına karşı tutumlarını sergilemiştir. 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na nükleer silaha sahip ülkelerde taraf olup, daha önce nükleer silaha sahip olmamış ülkelere satmama ve geliştirmeyi öğretmeme, kendi ülkelerinde ise nükleer silah başlığını azaltma ya da en azından arttırmama yükümlülüğünü kabul etmişlerdir. Buna karşılık 2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması aynı ilgiyi görmemiş, aksine nükleer silah başlığı bulunduran ya da bulundurduğu tahmin edilen hiçbir ülke, bu anlaşmaya taraf olmamıştır. NATO müttefikleri ve 2017 Antlaşması’na karşı olan diğer devletlere göre Antlaşma sadece etkisiz olmakla kalmayacak, aynı zamanda 1968 Antlaşması’nı da zayıflatacaktır.
NATO Dergisi yazarı Dr. Jacek Durkalec dergideki yazısında devletlerin 2017 Antlaşması’ndan sonraki tutumlarını ele almıştır.[i] Söz konusu yazıda, Putin’in 1 Mart 2018’de yaptığı konuşmada Rusya’nın egzotik nükleer silahlara yapılan yatırımlarından bahsetmesi, Rusya’nın nükleer silahlarını gün geçtikçe daha fazla geliştirdiğini kanıtladığından ve Rusya’nın bu tutumundan dolayı ABD’nin buna karşılık vermesine yol açtığından bahsetmektedir. Her iki ülkenin nükleer silah sayılarındaki ya da türündeki farklılıklar silahsızlanmayı savunanlar nezdinde önem arz etmemekte, aksine bu kişiler nükleer silah sahibi devletleri samimiyetsiz bulmaktadırlar. Bununla birlikte 2010 Nükleer Durum Raporu’nda ABD Savunma Bakanlığı nükleer silahları, hem kendisine hem de dost ve iş birliği içinde bulunduğu devletlere yönelik olası saldırıları caydırmak için bulundurduğunu söylemiştir.ABD ve Rusya örneğinin yanı sıra yazıda Çin’in de bu büyük devletlere ayak uydurmak ve Hindistan ile aralarındaki rekabet nedeni ile nükleer silahlarında geliştirmeye gittiği vurgulanmaktadır. Bu örneklerin yanı sıra özellikle 1968 Antlaşması’nın da etkisiyle nükleer silah kullanımında ciddi bir azalma olmuştur. Yine NATO Dergisi’ndeki ilgili yazıya göre, 1967-2017 yılları arasında ABD’nin nükleer cephanesinin büyüklüğü 31,255’ten savaş başlığından3,822 savaş başlığına ve Rusya’da da nükleer savaş başlığı sayısı %85 oranında azalmıştır. Birleşik Krallık, kullanıma hazır savaş başlıklarının sayısını en fazla 120 olarak sınırladığını açıklamıştır. Fransa havada ve denizde üslenmiş nükleer caydırıcı kuvvetlerini üçte bir oranında azalttığını ve genel olarak nükleer mühimmatını 300 savaş başlığı ile sınırladığını belirtmiştir. Herhangi bir indirim yaptığını açıklamamış tek nükleer silah sahibi ülke olan Çin, nükleer mühimmatının ‘ulusal güvenliğin gerektirdiği en düşük seviyede’ olduğu konusunda güvence vermektedir.
ii. Uluslararası Örgütlerin Uygulamaları
Uluslararası organizasyonların davranışları teamül hukuku normu oluşumuna ya da anlatımına katkıda bulunur ya da en azından bir teamül hukuku normu varlığına ve bu normun içeriğine kanıt oluşturabilir veya gelişimine katkı sağlayabilir.Söz konusu 2017 Antlaşması’nın zemini, en geniş uluslararası örgüt olan barış ve güvenliği teminle görevli olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun,üye ülkeleri görüşmelere başlamak için davet etmesiyle hazırlanmıştır. Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılmasını sağlamayı hedeflemektedir. Şüphesiz, barışçıl amaçlı nükleer enerji faaliyetleri kendi başına insanlık için yarar ifade etmektedir. Ancak, nükleer enerji üretimi nükleer silah geliştirilmesine altyapı oluşturmaktadır. Bu yüzden, nükleer enerji faaliyeti nükleer silah tehdidini barındırmakta ve uluslararası toplumun dikkat ekseninde bulunmaktadır. Bu nedenle UAEA çalışmaları nükleer silahlanmayı durdurmamakta, sadece denetlemektedir. UAEA temel faaliyet alanı 1968 Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın uygulanmasını denetlemektir. 1968 Antlaşması’nın 3. maddesi çerçevesinde, Antlaşma’ya taraf nükleer silah sahibi olmayan devletlerin söz konusu antlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini teyit edilebilmesini teminen UAEA ile Kapsamlı Güvence Denetimi Anlaşmaları akdetmişlerdir ve bu sayede ajans devletlerin nükleer enerjilerini denetleme yetkisini elde edebilmiştir. Söz konusu denetleme yetkisi 1980 tarihli Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Antlaşması’nın 5(1) maddesinde belirtilmiştir.Birleşmiş Milletlerin bünyesinde barındırdığı bir diğer yapılanma olan İnsan Hakları Komitesi’ne göre, nükleer silahların sadece bir savaş durumunda kullanılması değil, ayrıca nükleer silahlar veya bu silahlarla ilişkili diğer yapılar,insan ve doğa için tehlike ve tehdit potansiyeli taşımaktadır ve bu nedenle hem nükleer silahların test edilmesi hem de kullanılması yasaklanmalı ve insanlığa karşı suç kabul edilmelidir. Uluslararası Adalet Divanı da nükleer silah kullanımını insancıl hukukun genel kurallarına aykırı olduğunu ve bu nedenle de nükleer silahların yasaklanmasının tüm devletlerin yükümlülüğü olduğunu bildirmiştir[ii].
b. Opinio Iuris
Nükleer silahlar, ‘nükleer bir yakıt ya da radyoaktif izotop içeren ya da kullanan ve patlama, başka denetlenmeyen nitelikte nükleer dönüşme ya da nükleer yakıtın ya da radyoaktif izotopların doğuracak yetenekteki her türlü silah’ olarak tanımlanmış ve atom ve hidrojen bombalarının olağan olarak basınç, sıcaklık ve radyoaktif etkiler üretmelerine karşılık, nötron bombasının %20 düzeyinde basınç ve sıcaklık ve %80 düzeyinde radyasyon, radyoaktif silahların ise yalnızca radyasyon etkisi yarattığı belirtilmiştir[iii].Bu tanım ve bilgi çerçevesinde de nükleer silahların başlı başına Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku’nun temel ilkelerine aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku’nun en önemli temel ilkelerinden olan ‘gereksiz acılara sebebiyet vermeme’ ilkesi askeri bakımından ulaşılmak istenen sonuç yolunda özelliklere sivillere gereksiz acı verilmemesini öngörür ve boğucu gazlar, domdom kurşunu ve fosfor bombası gibi silahları yasaklar. Bu ilke çerçevesinde özellikle Hiroşima ve Nagazaki facialarını ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 8.maddesi kapsamındaki savaş suçu tanımını da göz önünde bulundurursak nükleer silahlar radyasyon sebebiyle dahi gereksiz acılara yol açabilir. Bu ilkenin yanı sıra Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku “ayrım gözetme ilkesi” çerçevesinde de savaş esnasında sivil ve askeri unsur ayrımı yapılmasını ve sağlık kurumları, dini ögeler, tarihi eserler gibi unsurlara zarar verilmemesini öngörülür. Ancak nükleer silahların etki alanı çok geniş olduğu için böyle bir ayrımın yapılamayacağını söylemek mümkündür. Son olarak nükleer silah kullanımı çevreye,yaydığı radyasyon ve oluşturduğu atıklar nedeniyle de büyük zararlar verdiği için ‘çevre üzerinde ağır sonuçlar doğuracak silahların yasaklanması[iv]’ ilkesine de aykırıdır.
Uluslararası Adalet Divanı, Nükleer Silahların Tehdidinin ve Kullanılmasının Meşruluğu hakkında verdiği 08.07.1996 tarihli danışma görüşünde uluslararası teamül hukuku ve uluslararası sözleşme hukukunun, nükleer silahların kullanılması tehdidine veya kullanılmasına açık bir şekilde izin vermemekle beraber doğrudan tam ve evrensel bir yasak da getirmediğini belirtmiştir. Bu çıkarımın yanında danışma görüşünde BM Şartı’nın 2(4).maddesine aykırı olan ve 51.maddedeki bütün koşulları yerine getirmeyen nükleer silahların kullanılması tehdidinin ya da kullanılmasının meşru olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu durumun, silahlı çatışmalarda uygulanan uluslararası hukukla ve özellikle uluslararası insancıl hukukun ilkeleri ve kuralları ile nükleer silahlarla doğrudan ilgili antlaşmalar ve öteki bağlantılar çerçevesinde öngörülen özel yükümlülüklerle uyumlu olması gerektiği de bir diğer sonucudur. Son olarak Divan’ın yaptığı bir diğer çıkarım ise bütün bu nedenlerden dolayı nükleer silahların tehdidinin ve kullanılmasının silahlı çatışmalar hukuku kuralları ve insancıl hukuk kurallarına genellikle aykırı olduğu yönündedir. Sonuç olarak Divan nükleer silahlara ilişkin herhangi bir açık yasak bulunmamasına rağmen silahlı çatışmalar hukukunun teamül değeri kazanmış temel ilkeleri çerçevesinde ilke olarak yasaklandığını söylemektedir.
3. Kişisel Değerlendirme
Nükleer silahlar gerek doğaya verdiği zararlardan dolayı, gerek Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku çerçevesinde, gerek kullanımının yapacağı etkilerin insan haklarına aykırı olması gibi bir çok açıdan uluslararası barış ve güvenlik düzenine tehdit olarak görülmektedir. Nükleer silaha sahip olan devletlerin bu silahları kullanmaları veya teröristlere transferleri en başlıca tehdit durumunu oluşturmaktadır. Ayrıca nükleer silah denemeleri,bu silahlara sahip ülkeler arasında bir silahlanma yarışına neden olduğu ve evrensel barış ve güvenliğe ürkütücü boyutta bir tehdit olduğu kadar, bir bütün olarak insanlığa karşı adil olmayan ve telafisi güç sonuçlara yol açacaktır. Nükleer silah kullanımı veya kullanılması tehdidi ancak bu ülkeler nükleer silahlardan arındırıldığında ortadan kalkabilir. Söz konusu durum da ancak uluslararası sözleşmeler, nükleer başlık sahibi ülkelerin başlıklarını azaltması veya tamamen bitirmesi, olası tehlike ve zararlar açısından bilgilendirme gibi uluslararası iş birlikleriyle önlenebilir. Bu iş birlikleri neticesinde de bağlayıcı hukuk normları ortaya çıkabilir.
BM Şartı’nın 2(3). Maddesine göre BM üyesi devletler, uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenliğe zarar vermeyecek şekilde barışçıl yollarla çözüme kavuşturmalıdır ve 2(4).maddesine göre de bütün devletler uluslararası ilişkilerinde BM’nin amaçlarına aykırı bir şekilde herhangi bir devletin ülkesel bütünlüğüne veya siyasal bağımsızlığına karşı güç kullanma veya güç kullanma tehdidinde bulunmaktan kaçınmak durumundadır. Savaşları önlemek için bir güvenlik tedbiri olarak nükleer silah bulundurulması veya kullanılması BM Şartı’nın öngördüğü dünyadan çok uzaktır. Bu durum, günümüzde hiçbir hukuk sisteminin nükleer silah kullanımı ya da varlığını barışçıl amaçlarla dahi olsa kabul etmediğini göstermektedir çünkü günümüz koşullarıyla barışçıl amaçlarla var olan nükleer silahlar, ileriki dönemdeki otoriteler bakımından barışçıl amaçlarla kullanılmayabilir ve barışçıl amaçlar süreklilik sağlamayabilir. Bunların yanı sıra BM Genel Kurulu nükleer silah kullanımının BM’nin ruhunu, amacını, hukukunu ve çalışmalarını açıkça ihlal ettiğini beyan etmiştir.[v]
2017 Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nı kabul eden devlet sayısının yetersizliği hem de taraf devletlerin uygulamaları göz önüne alındığında gerek nükleer silahların üretilmesi gerek denenmesi gerek kullanılması ya da satılması bakımından bir uluslararası teamül hukuku normu oluşturmada yetersiz kaldığı açıktır. Ancak 2017 Antlaşması, 1968 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması, uluslararası organizasyonların (özellikle Birlemiş Milletler’in girişimleri) çalışmaları ve devletlerin en azından kullanımı azaltmaya (özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu dikkate değer örneklerdir) ya da durdurmaya yönelik çalışmaları ve istekleri, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku temel ilkeleri, nükleer silahların barışçıl amaçlarla kullanılmasının olanaksız olması teamül hukuku belirtisi olarak gösterilebilir.Nükleer silahların yarattığı olumsuz etkiler ve 1968 Antlaşmasının yeniden inceleme konferanslarının nihai kararları ve BM Güvenlik Konseyi Kararları da yazıda tartışılan teamül hukuku kuralının göstergesi olarak gösterilebilir. Sonuç olarak 2017 Antlaşması’nın uluslararası teamül hukuku normu niteliği göstermemesi ışığında değerlendirdiğimizde dahi bahsi geçen teamül hukuku göstergeleri nedeniyle gelecekteki teamül hukuku gelişiminin göstergesi olduğunu yani bir uluslararası teamül hukuku normunun gelişmekte olduğunu söyleyebiliriz.
[i]JacekDurkalec, “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması Elli Yaşında: Bir Orta Yaş Krizi”, NATO Dergisi,29.06.2018,https://www.nato.int/docu/review/2018/Also-in-2018/the-nuclear-non-proliferation-treaty-at-fifty-a-midlife-crisis/TR/index.htm
[ii]Said VakkasGözügöl,”Nükleer Korku Gölgesinde Uluslararası Barış ve Güvenlik”,Ankara Barosu Dergisi (2013/2),syf 234
[iii]Pazarcı,Hüseyin(2017),UluslararasıHukuk (Ankara),syf 552-553
[iv]Pazarcı,Hüseyin(2017),UluslararasıHukuk (Ankara),syf 568-570
[v] United Nations, General Assembly Resolution A/RES/1653 (XVI), Declaration on the Prohibition of the Use of Nuclear and Thermo-nuclear Weapons, 24 November 1961 [http://www.un.org/documents/instruments/docs_en.asp?type=declarat, erişim 13 Nisan 2013].