Türkiye-Yunanistan sınırında yaşanan mülteci krizinin Avrupa Hukuku ışığında değerlendirilmesi
I. Giriş:
Yüzbinlerce mülteci 27 Şubat 2020 tarihinde sınır kapılarının açılmasıyla birlikte Avrupa Birliği (AB) ülkesi olan Yunanistan sınır kapılarına akın etmişti. Ancak mülteciler Yunan sınır güçleri tarafından durdurulmuş, biber gazı ve zor kullanılarak püskürtülmüştü.[1] Alınan önlemler sadece Yunanistan’ın hudutlarını değil, aynı zamanda AB dış sınırlarını koruma işlevi de görmekteydi. Denizden ve karadan yürütülen bu politikanın, AB yetkilileri tarafından “kolektif bir saldırıyı” durdurmak, Avrupa Birliği’nin kamu güvenliği ve kamu düzenini sağlamak için uygulandığı ileri sürüldü.[2] Neredeyse bir “işgal ordusu” gibi lanse edilen mültecilere yapılan müdahalelerin hukuki dayanağı olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 13 Şubat 2020 tarihli, “N.D. and N.T. v. Spain“ adlı kararı çokça zikredildi. İddia edildiğine göre, AİHM bu karar ile üye devletlere sınırı geçen mültecileri herhangi bir prosedür uygulamaksızın ülkelerine geri gönderme yetkisi tanımaktadır.[3] Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde AB sınırında yaşanan bu insani krizin hukuki çerçevesini değerlendirirken ilk aşamada zikredilen kararın olaya etkisi ve sonuçları (II) ele alınacaktır. Ardından mülteci hakların korunmasında AB kaynakları (III) ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler (IV) incelenecektir. Son olarak ise tüm bu bilgiler ışığında sınırda yaşanan krizin hukuki değerlendirilmesi yapılacaktır (V).
II. “N.D. and N.T. v. Spain” adlı kararın mülteci hukuku bakımından etkisi
Karara konu olayda, Fas’tan İspanya sınırına gelen çok sayıda sığınmacı zor kullanarak sınır tellerini aşmış ve böylece ülkeye giriş yapmışlardı. Daha sonra İspanya, bu insanları herhangi bir sığınma prosedürü işletmeksizin ülkelerine geri göndermişti. Nitekim sığınmacılardan ikisi adil yargılanma hakkı ihlali iddiasıyla AİHM’ye başvuruda bulunmuştu. Mahkeme söz konusu kararında hukuka aykırı bir şekilde, zor kullanarak ve kalabalık olmalarından istifade ederek sınırı geçen kişilere herhangi bir sığınma prosedürü işletmeksizin ülkelerine geri göndermenin, geri gönderen devletin sorumluluğu dahilinde değerlendirilemeyeceğini ifade etti. Başka bir ifadeyle, zikredilen şekilde sınırı geçen herkesin, aynı şekilde ülkesine geri gönderilebileceğini ve geri gönderen devletin bu husustan dolayı sorumlu olmayacağını belirtti. Ancak bu yetki mahkemece bir şarta bağlanmıştır: Devletin bu yetkiden yararlanabilmesi, sığınma talebinde bulunmak isteyen kişinin hukuka uygun bir şekilde sığınma talebinin alınacağı, efektif ve güvenilir bir başvuru imkanın olmasına bağlıdır. Yani, uluslararası sözleşmelerden doğan “haklarının etkinliği için, devletlerin insanlara hukuka uygun bir giriş imkanı, özellikle de sınıra gelenler için gerçek ve etkili bir sınır prosedürü sağlamaları gerekir.”[4] Böyle bir imkan sunulmuyor ise, devlet sığıma talebini almayan kişilere karşı sorumlu olur ve sığınmacının sınırı geçme niteliğine bakılmaksızın taleplerin alınması gerekir. Dolayısıyla anılan karar sınıra gelen sığınmacıları püskürtme yetkisi vermemektedir, aksine gerçek ve etkili bir sınır prosedürü gereksiniminden bahsetmektedir. Sadece bu durumda, yani böyle bir imkan olmasına rağmen bu imkandan yararlanmayıp hukuka aykırı bir şekilde sınırı geçmek isteyen kişilerin sığınma taleplerinin dinlenmemesi, AİHM tarafından hukuka aykırı olarak değerlendirilmemiştir. 27 Şubat 2020 tarihinde Yunanistan-Türkiye sınırına gelen mültecilere, etkili ve gerçek bir sınır prosedürünün uygulanabileceği alternatif bir sınır girişi bulunmamaktadır. Kaldı ki, uygulanan politika hukuka aykırı girişleri engelleme amacı gütmeyip, herhangi bir girişin engellenmesini amaçlamaktaydı. Böylelikle gerekçe olarak gösterilen kararın lafzına ve ruhuna aykırı davranılmıştır.
III. Mülteci Korumasında AB Hukuku Kaynakları ve İçtihatları
Sığınma talebiyle Avrupa sınırlarına gelenlerin hakları Avrupa Hukuku kapsamında bir çok sözleşme ve düzenleme ile de koruma altına alınmıştır. Bu düzenlemeler Avrupa Hukuku bakımından birincil ve ikincil hukuk kaynakları olarak ikiye ayrılır.[5] Birincil kaynaklar Avrupa Hukuku’nun normalar hiyerarşisinde en üstte yer alan kurallar olup kuruluş sözleşmelerinden oluşmaktadır. İkincil normlar kararnameler, genelgeler ya da görüş bildirileri gibi çeşitli hukuki etkilere sahip olan, Avrupa Birliği organları tarafından icra edilen hukuki işlemlerdir. Bu anlamda sığınma prosedürlerinin hukuk devleti ilkesine uygun bir biçimde kayıt altına alınması amacıyla AB tarafından bir dizi sığınma yönergeleri yürürlüğe konmuştur. Dublin – II – Yönergesi bu bağlamda iltica başvurularının hukuki zeminini oluşturan düzenlemedir. Buna göre her AB ülkesi, üye devletin topraklarına ulaşan sığınmacılara iltica başvurusuna olanak sağlamalı ve sığınmacıları, hukuk devleti ilkelerine uygun, kişisel bir süreçten geçirmelidir.[6] Ancak yönergede yapılan iltica başvurularında getirilen bölgesel sınırlama dolayısıyla ‘iltica başvurusu hakkı’ ancak üye devletin hudutları içerisinde veyahut ‘geçiş bölgesi’ olarak adlandırılan sınır kapılarında uygulama alanı bulmaktadır.[7] Dolayısıyla sadece üye devlet topraklarına ulaşabilen sığınmacılar bu yönergede kodifiye edilen haklardan yararlanabilecektir. Esasen Yunanistan-Türkiye sınırında yapılan müdahalelerde asıl amaç AB topraklarına girişi engellenmesi olduğu düşünülebilir. Zira girişe izin verilseydi artık topluluk hukuku gereğince hukuk devletine uygun ve gerçek bir iltica başvurunun gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktı. Nitekim AİHM yönergenin üye devletlerce uygulanmasında bile hukuk devleti ilkesinin gözetimi konusunda oldukça titiz davranmaktadır. Şöyle ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “M.S.S. v. Belgium and Greece” kararına konu olayda başvurucu, Belçika’dan Dublin – II – Yönergesinin yetki kuralları çerçevesinde ilk ayak bastığı AB ülkesi olan Yunanistan’a sevk edilmişti. Ancak Yunanistan’ın gerek iltica başvurularında yapılan tercümansız grup değerlendirmeleri gerek ise insani sınırları zorlayan mülteci kampları mahkeme tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. (işkence yasağı) ve 13. (etkin başvuru hakkı) maddesine aykırı değerlendirilerek, Belçika devletini tazminata mahkum etmişti.[8] Burada göze çarpan husus, mahkemenin iltica prosedürünün hukuk devleti ilkesine uygun şekilde alınması konusundaki kararlılığının yanı sıra; bu ilkenin, ikincil bir norm olan Dublin Yönergesi ile getirilen yetki kurallarından daha üstün tutulmasıdır. O zaman akla gelen sorulardan bir tanesi hukuk devleti ilkesinin sadece AB sınırları içinde mi gözetildiği yoksa sınır ötesinde de, yani AB topraklarının sınır kapılarında da hukuk devleti ilkesi gereğince etkin bir iltica başvurusunun söz konusu olup olmayacağıdır. Bahse konu yönerge bu soruya bölgesel sınırlaması sebebiyle yanıt vermeyecektir. Fakat AB Hukuku, birincil ve ikincil normların yanında aynı zamanda uluslararası sözleşmeleri de içinde barındırmaktadır. Bu sözleşmeler ile getirilen yükümlülükler AB sınır ötesine de etki edebilir. Ancak bu hususu incelerken öncelikle milletlerarası sözleşmelerin Topluluk Hukuku ile ilişkisini ortaya koyma zarureti doğmaktadır.
IV. İlgili Uluslararası Hukuk Kaynakları ve AB
Uluslararası sözleşmeler AB’nin “sui generis” yapısı itibariyle bir devlet olarak nitelendirilemediğinden uluslararası örgüt statüsü itibariyle milletlerarası sözleşmelere bir bütün olarak imza atma yetkisini haizdir.[9] Cenevre Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Şartı ya da AİHS bu sözleşmelere örnek gösterilebilir. Milletlerarası sözleşmeler Avrupa Birliği’nin İşleyişi ile İlgili Kanun’un 216.maddesi gereğince üye devletler için bağlayıcıdır ve böylelikle AB hukukunun da bir parçasıdır. Avrupa Adalet Divanı bu bağlayıcılığın etkisi olarak, uluslararası sözleşmelerinin, AB kurumlarınca icra edilen hukuki işlemlerden daha üstün olduklarını ve böylece ikincil hukuk kurallarının bu sözleşmelere uygun yorumlanması gerektiği sonucuna varmıştır.[10] Dolayısıyla Cenevre Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeler AB Hukuku’nun hiyerarşik yapısında Dublin – II – Yönergesi gibi ikincil normlar karşısında “birincil norm” etkisi taşımaktadır.
Bahse konu milletlerarası sözleşmelerde mülteci haklarını ilgilendiren ve koruma altına alınan bir dizi haklar mevcuttur. Bunlardan ilki BM İnsan Hakları Şartının 14. Maddesinde yer alan “iltica hakkıdır”. Buna göre “herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır”[11]. Esasen bu şartnamenin uluslararası sözleşmeler gibi devletlerce bir bağlayıcılığı yoktur. O nedenle kişi doğrudan bu şartnameden doğan bir hakka dayanarak kanun yoluna gidemez; daha çok devletler için yön verici bir işleve sahiptir. Ancak Avrupa Adalet Divanı içtihatlarında AB hukukunun her zaman temel haklara uygun biçimde uygulanması gerektiği görüşünü benimsemektedir ve böylece BM şartnamesinde yer alan 14.maddenin dolaylı olarak uygulanmasına olanak sağlamaktadır.[12] Bir diğer önemli koruma ise 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1967 tarihli ek protokolün çatısı altında gerçekleşmektedir. Mülteci statüsünün tanımlandığı bu sözleşmede özellikle 33.madde ile getirilen “geri gönderme yasağı” mülteci hukukunda çekirdek hak olarak nitelendirebildiğimiz bir koruma sağlamaktadır. Buna göre, hiçbir taraf devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir. Geri gönderme yasağı bu çerçevede zulüm tehdidi altında olan kişinin sınır dışı edilmesi de dahil olmak üzere her türlü uzaklaştırma, gayri resmi aktarmalar ya da sınır kapılarında kabul edilmemesini de kapsamaktadır.[13]
V. Hukuki Değerlendirme
Yukarıda açıklanan uluslararası hak ve yükümlülükler mülteci hukuku anlamında bir takım sonuçları da beraberinde getirmektedir. Şöyle ki, üye devletler Cenevre sözleşmesinden ve 1967 tarihli ek protokolden doğan uluslararası koruma yükümlülüklerini yerine getirmek üzere en azından kişilere uluslararası koruma talep hakkı, bu talebi gerçekleştirmek için etkin bir başvuru yolu ve buna bağlı olarak etkin bir iltica prosedürü uygulamak zorundadır. Yukarıda incelendiği üzere Cenevre Sözleşmesi, Topluluk hukukunun bir parçası olmakla birlikte, bahse konu yükümlülükler sınır ötesinde de bir yükümlülük getirmektedir. Temelinde hukuk devleti ilkesini barındıran 33.madde, sadece üye devletlerin kara bölgesinde bir koruma sağlamıyor, sınır ötesinde de iltica başvuru koşullarının sağlanması için bir koruma vaat ediyor. Dolayısıyla Dublin – II – Yönergesinin kapsamadığı koruma ilk aşamada Cenevre Sözleşmesi ile birlikte sınır ötesinde de uygulama imkanı bulmaktadır. Bunun yanı sıra uluslararası içtihatlar, AİHS’den doğan yükümlülüklerin de devletler tarafından bölgesel sınırlamalardan bağımsız bir şekilde ele alınması gerektiği konusunda yön almaktadır.[14] Devlet egemenliğinin kullanımı kişiye doğrudan etki ettiği durumlarda insan hakları ihlallerinin bölgesel sınırlamasına bakılmaksızın güç kullanan devletin yargı yetkisine dahil olacağı içtihatlarca saptanmıştır. Dolayısıyla sınır ötesinde bir AB üye devleti tarafından kişi ya da kişilere yönelik bir insan hakkı ihlali söz konusuysa, topluluk hukuku gereğince yine o devletin sorumluluğu dahilinde değerlendirilir. Burada özellikle AİHS’nin 3.maddesinde yer alan işkence yasağı ile 13.maddesinde yer alan yargıya erişim hakkı gündeme gelebilir.
VI. Sonuç
Sonuç olarak uluslararası sözleşmelerce getirilen pozitif yükümlülükler üye devletlere sınıra gelen mülteciler ile ilgili takdir yetkisine bir sınırlama getirmektedir. Buradaki kritik soru sınıra gelen mültecilerin iltica hakkının olup olmadığı değil, sınıra gelen insanlara nasıl müdahale edileceğidir. Yunanistan – Türkiye sınırında Yunanistan’ın sözleşmenin 3. maddesi olan işkence yasağını ihlal ettiğini, söz konusu takdir yetkisini aşacak nitelikte müdahalelerin gerçekleştiği ile ilgili bir çok veri bulunmaktadır[15]. Yunanistan tarafından sınırdan uzaklaştırmaya yönelik kullanılan biber gazı ve silah kullanımı devletçe kişiye yönelik gerçekleşen müdahaleler olmakla birlikte mültecilerin savunmasız olmaları bu müdahalelerin orantısız biçimde vuku bulduğunun bir göstergesidir. Ne yazık ki, iltica başvurusu için sınırı geçmeye hak tanıyan ne bir uluslararası kaide ne de Avrupa Hukuku normu bulunmaktadır.[16] Bu boşluk yukarıda bahsedilen devletlerin insan haklarını koruma yükümlülükleri, geri gönderme yasağı ve hukuk devleti ilkesi gibi norm ve ilkeler ile doldurulabilse de, açık bir hüküm kadar etkili olmamaktadır. Nitekim AB her ne kadar sınır ötesinde de insan hakları koruma yükümlülüğü altında olmakla hukuk devleti ilkesine bağlı bir uygulama gereksiniminden bahsetse de, bu değerleri kendi bölgelerine sınırlamış gözükmektedir.
[1] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-51687677 (son görülme 02.04.2020)
[2] https://daserste.ndr.de/panorama/aktuell/Vorkaempfer-der-Vernichtung,europa976.html (son görülme: 04.04.2020)
[3] https://www.spiegel.de/politik/ausland/push-backs-spanien-darf-laut-egmr-weiter-sofort-nach-marokko-abschieben-a-c88c8677-97da-492b-bb5f-eb3057aa09f2, (son görülme 21.04.2020)
[4] N.D. and N.T. v. Spain App No 8675/15 and 8697/15 (ECtHR, 13.February 2020), Sayfa 92, Nr. 209
[5] Prof. Dr. Rainer Hoffmann: Rechtsquellen des Unionsrecht und ihre Wirkung, Europarecht, 2012, S.1
[6] https://www.nds-fluerat.org/leitfaden/15-hinweise-fuer-andere-fluechtlingsgruppen/132-fluechtlinge-im-dublin-verfahren/, (son görülme 17.04.2020)
[7] Heijer, M. (2012). Europe and extraterritorial asylum.
[8] Pelzer, M. (2011). Unsolidarisches Europa: Das Asylzuständigkeitssystem „Dublin II“ untergräbt den europäischen Flüchtlingsschutz. Kritische Justiz, 44(3), 265. Retrieved April 17, 2020, from www.jstor.org/stable/24240637
[9] Hoffmann, S.7
[10] AhlströmOsakeyhtiö / Commission [1988] 89/85 (Avrupa Adalet Divanı)
[11] in: http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/h_rigths_turkce.pdf, (son görülme: 18.04.2020)
[12] ECJ 27 June 2006, Parliament v Council, C-540/03, paras. 104-105; ECJ 13 July 1989, Wachauf, 5/88, para. 19
[13] in: https://www.unhcr.org/4d9486929.pdf, p.3, paragraph 7 (son görülme: 18.04.2020)
[14] Heschl, L. (2018). Extraterritorial Immigration Control Measures by EU Member States. In Protecting the Rights of Refugees Beyond European Borders: Establishing Extraterritorial Legal Responsibilities (pp. 47-140). Intersentia. doi:10.1017/9781780686691.004
[15] https://tr.euronews.com/2020/02/29/yunanistan-s-n-r-gecmeye-cal-san-4-bin-multeciyi-engelledi-gaz-bombas-kulland, (son görülme: 21.04.2020)
[16] Heijer, M. (2012). Europe and extraterritorial asylum., s.218
1 Comment
Hukuk önemli