Soykırımın Parlamento Tarafından Tanınmasının Hukuki Etkileri: 1915 Olayları Açısından Değerlendirme
GİRİŞ:
İnsanlığa karşı suçların başında gelen soykırım, bünyesinde tarihi, sosyolojik, siyasi ve hukuki tartışmalar barındıran ve bu sebeple üzerinde titizlikle durulması gereken meselelerden biridir. Günümüzde her türlü etnik saldırılara soykırım gözüyle bakılmakta, bireyler, uluslararası ve ulusal örgütler, devletler ilgili tabiri her türlü insanlığa karşı kötü muamele hakkında kullanmaktadırlar. Soykırım sözcüğünün en çok anıldığı yerlerden biri de geçmişten bu yana hararetli tartışmaların odağı haline gelmiş “1915 Olayları”dır. Her yıl gündeme gelen sorulardan ilki söz konusu olayların soykırım olarak nitelendirilebilmesine neden olan bir tarihsel gerçekliğin var olup olmadığı ikincisi ise siyasi otoritelerin buna karar vermeye yetkilerinin olup olmadığıdır. Geçtiğimiz 24 Nisanda ABD Başkanı Joe Biden 1915 olaylarının yıldönümüyle ilgili yaptığı açıklamada “soykırım” ifadesini kullanarak olayları resmen soykırım olarak kabul etmiştir. Özellikle bu nitelendirmeden sonra ilgili tanımanın hukuki etkilerinin neler olacağı ve Türkiye’nin bundan nasıl etkileneceği merak konusu olmuştur. Bu yazıda ilk olarak soykırımın hangi yetkili organlarca tanınabileceğine değinilecektir. Sonraki kısımda ise devletlerin yasama ve yürütme organları tarafından ilgili olayların soykırım olarak tanınmasının hukuki etkileri incelenecektir. Bu başlık altında söz konusu soykırım nitelendirmelerinin öncelikle Türkiye’nin uluslararası sorumluluğunu doğurmaya elverişli olup olmadığı akabinde insan hakları açısından yansımaları analiz edilecektir.
I. SOYKIRIMI HUKUKİ ANLAMDA TANIMAYA YETKİLİ ORGANLAR
2021 yılı itibariyle Almanya, Fransa, Rusya ve Brezilya dahil 33 ülke, parlamento kararları veya kanun çıkarma yoluyla resmi olarak soykırımı tanımıştır. Slovenya, Fransa ve İsviçre gibi bazı ülkeler de iç hukuklarında soykırımın inkar edilmesini suç olarak kabul etmiştir. ABD ise 2019 yılında Temsilciler Meclisi ve Senato kararıyla sözde Ermeni soykırımını resmen tanısa da dönemin devlet başkanı Donald Trump aksi yönde tutum sergileyerek yaşanan olayları soykırım olarak ifade etmemiştir. Buna karşın bu yıl 24 Nisan’da ABD Başkanı Joe Biden 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmiştir. Peki, parlamento bildirileri ve politikacıların yaptığı açıklamalar, uluslararası hukukta tanımlaması yapılan soykırım suçunun işlendiğini kanıtlar nitelikte midir?
Soykırım, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (bundan böyle “Sözleşme” olarak anılacaktır) uluslararası topluluk tarafından insanlığa karşı suç kategorisinde tanımlanarak pozitif bir dayanağa kavuşturulmuştur. İlgili hükümlerde soykırım suçunun oluşabilmesi için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar belirtilmiş, hangi otoritelerce tanınabileceği ortaya koyulmuştur. Her ne kadar esas itibariyle bu çalışmanın konusuna girmese de belirtmekte yarar var ki iç hukuka hakim olan suç ve cezaların kanuniliği ile cezaların geriye yürümezliği uluslararası ceza hukukunda da geçerli olan ilkelerdir. Bu ilkeler uyarınca belli bir tarihte suç sayılmayan ve fakat sonradan çıkarılan bir düzenlemeye göre suç haline getirilen eylemlerden ötürü faillere ceza verilemez. Mevcut olayda soykırım teşkil ettiği iddia edilen eylemler 1915 tarihinde meydana gelmiştir. Hâlbuki soykırımın kanunileştirilmesi ve bunun etki doğurması 1951 tarihinde[i] söz konusu olmuştur. Dolayısıyla en başta bu sebepler dikkate alınarak ilgili mercilerin eylemleri soruşturma yönünde yetkisinin olmadığını söylemek gerekmektedir.[ii]
Tartışılan asıl mesele ise olayların soykırım teşkil ettiğine yönelik devletlerin parlamentolarının ve diğer siyasi organların açıklamalarının hukuki meşruiyete sahip olup olmadığıdır. İlk olarak vurgulanması gerekir ki söz konusu organlar uluslararası topluluğun tümünü temsil eder nitelikte ve tarafsız organlar değildirler. Bu organlar tek başına ancak tabi olduğu devletin görüşlerini temsil edebilirler. Oysa soykırım daha önce de değinildiği üzere insanlığa karşı suçlar arasında yer almaktadır. İlgili suçla korunan hukuki değer tüm insanlığın şeref ve haysiyeti, etnik değerleri ve yaşam hakkıdır.[iii] Tüm insanlığı ilgilendiren bir suç olması nedeniyle soykırımın varlığı konusundaki değerlendirmenin de tüm insanlığı temsil eden “tarafsız ve bağımsız” yargı organlarınca yapılması gerekmektedir.[iv] Nitekim Sözleşmenin 6. maddesinde soykırımı hukuki anlamda tanımaya yetkili merciler belirtilmiştir.
Buna göre:
Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan Uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.
Görüldüğü üzere soykırım oluşturduğu iddia edilen fiillerin değerlendirilmesi bakımından temelde iki yetkili mercii zikredilmiştir. Bunlar evrensel yargı yetkisiyle donatılmış suçun işlendiği ülkedeki devletin yetkili mahkemesi ve Sözleşmeci Devletler tarafından yargı yetkisi kabul edilmiş uluslararası bir ceza mahkemesidir. Tekrardan belirtilmelidir ki hukuki olarak ortaya koyulan soykırımın değerlendirmesinin hukuki olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla öngörülen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespitinde hukuki otoriteler belirleyici role sahiptir. Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric’e ABD’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanımasının ardından BM Genel Sekreteri Antonio Gutarrers’in görüşlerinin ne yönde olduğu sorulduğunda “BM’nin kuruluşundan önce yaşanan olaylar için genel bir kural olarak yorum yapmıyoruz. Farklı olaylar ve durumlar için de söylediğimiz gibi BM’ye göre soykırım tanımı uygun bir yargı organınca yapılmalı.” yanıtını vermiştir.
Şu ana kadar 6. maddede öngörüldüğü şekliyle hiçbir uluslararası yargı mercii tarafından 1915 olaylarının soykırım şeklinde sübut bulduğuna yönelik karar verilmemiştir.[v] Birçok devlet siyasi organları vasıtasıyla soykırım nitelendirmeleri yapsa da ilgili durum Sözleşmenin 6. maddesindeki şartı sağlamamaktadır. Sonuç olarak bu tür hukuki açıdan meşruiyete sahip olmayan siyasi söylemler uluslararası siyasi dengeler açısından etkili olmanın ötesine geçemeyecektir.
II. PARLAMENTER TANIMANIN HUKUKİ ETKİLERİ
a) Türkiye’nin Uluslararası Sorumluluğu Açısından İnceleme
Önceki bölümde de açıklandığı gibi soykırımın siyasi, tarihsel, sosyolojik karşılığı olsa da hukuken bir fiilin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için kanıtlanmış bir gerçeğe dayanması, ve bu gerçeğin de bir yargı organı tarafından soykırım olarak değerlendirilmesi gerekir. Nitekim bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ilgili kararlarına göz atmakta fayda vardır. AİHM, Ermeni olaylarına yönelik tarihsel araştırmaların tartışmaya açık olduğunu ve mutlak iddialara yol açacak kesinlikte olmadığını göz önünde bulundurarak, Ermeni “soykırımı” olarak tanımlanan olaylar hakkında genel bir fikir birliği olmadığına dikkat çekmiştir.[vi] Ayrıca Mahkeme, 1915 olaylarını Alman Nazi soykırımından ayırarak Holokostun gerçekliğinin sorgulanamaz olduğunu ve yetkili mahkeme olan Nuremberg Mahkemeleri’nin yargı kararlarıyla da soykırımın sabit olduğunu belirtmiştir. Yetkili yargı organı kararı olmadan 1915’de yaşananların hukuki anlamda soykırım olarak kabul edilemeyeceğini de dolaylı şekilde ifade etmiştir.
Öte yandan Sözleşme’nin 9. maddesinde soykırıma ilişkin taraf devletlerin sorumluluğunda ihtilaf çıkması halinde Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) gidilebileceği öngörülmüştür. Buna göre taraf devletler, Sözleşme’nin yorumlanması, uygulanması ve yerine getirilmesi konularında, suç oluşturan fiiller nedeni ile devlet sorumluluğuna dair bir uyuşmazlığı Uluslararası Adalet Divanı’na götürebileceklerdir. Bu konuda bugüne kadar (i) Pakistan’ın 1973 yılında Hindistan aleyhine yaptığı başvuru, ii) Bosna-Hersek’in 1993 yılında eski Yugoslavya aleyhine yaptığı başvuru, iii) Sırbistan-Karadağ’ın 1999 yılında NATO’nun bazı üyeleri aleyhine yaptığı başvuru ve iv) Hırvatistan’ın 1999 yılında eski Yugoslavya’nın gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle Sırbistan-Karadağ aleyhine yaptığı başvuru olmak üzere 4 başvuru yapılmış fakat Ermeni Tehcirinin bir soykırım olduğu iddiasıyla -Ermenistan da dahil- hiçbir ülke UAD’ye başvuruda bulunmamıştır.[vii]
Bir devletin uluslararası hukuki sorumluluğundan bahsedilebilmesi için ilgili devlete atfedilebilir ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini ihlal edici bir eylemin uluslararası yetkili yargı organlarınca sabit olması gerekmektedir.[viii] Söz konusu olayda AİHM’in de kararlarından anlaşıldığı üzere eylemlerin soykırım teşkil ettiğine dair bir uzlaşma yoktur ve ilgili iddialar uluslararası yetkili yargı mercileri tarafından doğrulanmamıştır.
İfade edilmelidir ki en başta bu sebeplerle söz konusu parlamenter tanımaların Türkiye’nin uluslararası anlamda sorumluluğunu doğuracak etkiye sahip olmadığı ortadadır. Aksi bir an için kabul edilse dahi, Türkiye daha önce de açıklanan suç ve cezaların geriye yürümezliği, soykırım suçunun oluşabilmesi için gerekli objektif ve sübjektif şartların eksik olması sebepleriyle uluslararası anlamda sorumlu tutulamayacaktır.
b) Ulusalüstü İnsan Hakları Bakımından Etkileri
1915 olaylarını soykırım olarak nitelendiren ülkelerden bazıları parlamentolarında soykırım inkârını cezai yaptırımlara tabi tutan hafıza yasalarını (“memory laws”) yürürlüğe sokmaya çalışmaktadır. İfade özgürlüğünün kapsamı ve nefret söylemi bakımından oldukça tartışma yaratan bu yasaların ciddi bir örneğini Fransa’da görülmektedir.[ix] Soykırım inkarını cezalandıran diğer ülkelerden örneğin Belçika’dan farklı olarak Fransa yalnızca hukuki anlamda geçerli olarak tanınmış soykırımları değil siyasi soykırım tanımalarını da hafıza yasaları kapsamına dâhil etmektedir.[x] Bunun olası sonuçları ise sadece siyasi organlarca soykırım olarak tanınmış 1915 olaylarını inkâr teşkil eden eylemlerin ciddi yaptırımlara maruz kalması ve ifade özgürlüğünün yoğun bir tehdit altında bulunması olacaktır.
Bu hususta AİHM’in Perinçek v. İsviçre davasındaki kararı büyük önem taşımaktadır. Somut olayda o sıralar Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı olan Doğu Perinçek “Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır” şeklindeki söylemi dolayısıyla İsviçre Lozan Polis Mahkemesi tarafından yargılanmış ve ırk ayrımcılığı suçunu işlediği gerekçesiyle hakkında mahkumiyet kararı verilmiştir.[xi] İlgili kararın İsviçre Federal Mahkemesi tarafından da onaylanması üzerine AİHM’de İsviçre aleyhine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde zikredilen ifade özgürlüğünün ihlali dolayısıyla dava açılmıştır.
AİHM ilk olarak, kendisinin tarihsel olayları değerlendirmeye ve olayların soykırım niteliği taşıyıp taşımadığı hakkında karar vermeye yetkili olmadığını vurgulamıştır.[xii] Perinçek’in açıklamasını ifade özgürlüğünün kapsamında değerlendiren AİHM, Perinçek’in iddialarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m.17 çerçevesinde hakkın kötüye kullanılması teşkil etmediğini belirtmiştir.[xiii] Daha da önemlisi 1915 olaylarının yetkili yargı organlarınca hukuken soykırım olarak tanınmadığını ileri sürerek söz konusu olayların soykırım teşkil ettiği yönünde bir fikir birliği olmadığına dikkat çekmiştir.[xiv] Ayrıca o zaman için dünyada 190 ülkeden sadece 20’sinin ilgili olayları soykırım olarak tanıdığını, bu tanımaların hukuki değil siyasi tanımalar olduğunu ve halen Ermeni soykırımını cezalandıran bir yasanın yürürlükte olmadığını, Fransa parlamentosunun bu yöndeki girişimlerinin Fransa Anayasa Konseyi tarafından iptal edildiğini ifade etmiştir.[xv]
İlgili karardan da anlaşıldığı üzere siyasi tanımaların soykırım iddialarının hukuken geçerlilik kazanmasında bir rolü yoktur ve bunlar soykırım inkarına yönelik söylemlerin cezalandırılmasında bir dayanak olarak kabul edilemeyecektir. Üzerinde uzlaşılmış bir tarihsel gerçekliğin hukuken yetkili yargı organlarınca tespit edilmediği bu gibi durumlarda azınlığın görüşlerini ifade özgürlüğü bağlamında korumak gerekmektedir.
SONUÇ:
Sonuç olarak, 1948 tarihli Sözleşmenin 6. maddesinde de belirtildiği gibi meselenin değerlendirilmesi yargıyı ilgilendirdiğinden ulusal parlamentolar, eyalet veya belediye meclisleri ya da dernekler herhangi bir ülkede soykırım suçu işlendiği konusunda karar almaya yetkili organlar değildir. Yasal olarak kanıtlanmış bir gerçeğe ve yargı kararına dayanmayan iddialar (tarihi görüşler, siyasi kararlar vb.) tartışmalıdır ve nesnel gerçekliği değil, yalnızca devletlerin politik tutumlarını yansıtır. Ermeni Meselesinin başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde sürekli gündemde tutularak ulusal meclislerde soykırım olarak kabul edilmesi, söz konusu olayların hukuki bağlamda soykırım olduğu anlamına gelmemekle beraber Türkiye Devleti’nin de uluslararası sorumluluğunu doğuracak cihette olmadığı söylenecektir. Yine siyasi tanımaların devletlerin soykırım inkarına yönelik ceza öngören yasalarını meşrulaştırmaya kabil olmadığının da altının çizilmesi gerekmektedir. Nihayet belirtilmelidir ki, soykırım kavramı siyasileştirilmemelidir. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu yeni dünya düzeninde bu tarz siyasi nitelemelerin hukuki meşruiyetten yoksun olduğu unutulmamalıdır.
[i] İlgili Sözleşmenin yürürlüğe giriş tarihi 12 Ocak 1951’dir ve etkisini bu tarihten itibaren doğurmaya başlamıştır.
[ii] Bkz. Application of the Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide (Croat. v. Serb.), 2008 I.C.J. 412 (Nov. 18) para. 80
Uluslararası Adalet Divanı Hırvatistan vs. Sırbistan Kararı’nda Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme Hükümlerinin geçmişe etkili olmadığına karar vermişti ve Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 28’inci maddesinde düzenlenen antlaşmaların geriye yürümezliği kuralına da uygun olduğunu bildirmiştir.
[iii] Değirmenci, Olgun, “Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Kararları Işığında Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Soykırım Suçu (T.C.K. m. 76)”, T.B.B.D., Mayıs– Haziran 2007, s. 77
[iv] Yücel Acer, “5 Questions: Political and Legal Meaning of U.S. President Biden’s Statement on the So-called Armenian Genocide”, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, https://www.setav.org/en/5-questions-political-and-legal-meaning-of-u-s-president-bidens-statement-on-the-so-called-armenian-genocide/, (Erişim Tarihi: 03/08/2021)
[v] ECtHR, Perinçek v. Switzerland, 17 December 2013, (Appl. no. 27510/08). para.4.3
[vi] ECtHR, Perinçek v. Switzerland, 17 December 2013, (Appl. no. 27510/08). para. 4.5
[vii] Değer, Ozan, “Soykırım Suçu ve Devletin Sorumluluğu: Uluslararası Adalet Divanı’nın Bosna-Hersek v. Sırbistan-Karadağ Kararı”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 22 (Yaz 2009), s.77.
[viii] Article on Responsibility of States for Internationally Wrongful Acts, 2001, United Nations.
[ix] “Gayssot Yasası” olarak bilinmektedir. En başta Yahudi Soykırımını cezalandıran bir yasa olarak kabul edilmiştir. Ancak sonrasında kapsamı hukuki veya siyasi olarak soykırım şeklinde tanımlanan olayların inkarını da cezalandırma yolunda genişletilmeye çalışılmıştır.
Loi n° 2001-70 du 29 janvier 2001 relative à la reconnaissance du génocide arménien de 1915 , NOR: PRMX9803012L.
[x] Dimitrios A. Kourtis, “Political Recognitions of Genocides avant la lettre: the Case of the Armenian Genocide”, Opinio Juris, http://opiniojuris.org/2021/05/20/political-recognitions-of-genocides-avant-la-lettre-the-case-of-the-armenian-genocide/, (Erişim Tarihi: 03/08/2021)
[xi] ECtHR, Perinçek v. Switzerland, 17 December 2013, (Appl. no. 27510/08). para.9
[xii] Tacar, Pulat. (2014) “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Perinçek-İsviçre Kararı”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, (48), 77-108. P. 81
[xiii] Age, p.83
[xiv] Age, p. 85
[xv] Age, p.86