ÇOK BİLİNMEYENLİ BİR DENKLEM: DAĞLIK KARABAĞ SORUNU
© Görsel: www.balcanicaucaso.org
I. GİRİŞ
Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın Kür ve Aras nehirleri ile Gökçe Gölü arasındaki dağlık bölgedir. Bölge, tarih boyunca jeopolitik konumu dolayısıyla büyük bir önem taşımış ve bu nedenle, yüzyıllar boyunca farklı devletlerin aralarında anlaşmazlık yaşamasına neden olmuştur. Günümüzde Azerbaycan toprağı olarak kabul edilen Dağlık Karabağ Bölgesi’nin nüfus dağılımına bakılacak olunursa yüzde 70’ini Ermeni kökenli halkın oluşturduğu görülür. Dolayısıyla, bölgedeki uyuşmazlıklar Ermenistan ve Azerbaycan arasında meydana gelir. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ Sorununun kökleri ise 18. yüzyıla kadar uzanmakta olup son olarak, 27 Eylül 2020 tarihinde sıcak çatışmalar tekrar nüksetmiş(1) ve tarafların 10 Kasım 2020 tarihinde mutabakat imzalanması ile anlaşmaya varılmıştır.
Bölgedeki uyuşmazlık tarafların birbirlerine farklı uluslararası hukuk kurallarına dayanarak tezler ileri sürmesi ile ilk günkü hassasiyetiyle devam etmektedir. Ermenistan Dağlık Karabağ’ın kendi toprakları olduğunu ve Dağlık Karabağ’a gerçekleştirdikleri harekatların işgal etmek olarak değil topraklarını kurtarmak için olduğunu ileri sürerken Azerbaycan ise Ermenistan’ın kendi topraklarına BM Şartı m.2/4’e aykırı olarak kuvvet kullandığını ve bunun üzerine meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eder.
Bu yazıda uluslararası hukukta yer alan kuvvet kullanma yasağınca tarafların düzenlediği saldırıların hukuka uygunluğu değerlendirilecek ve bu saldırılar sonucunda meşru savunma hakkını kullanılabilirliği incelenecektir.
II. KUVVET KULLANMA IŞIĞINDA DAĞLIK KARABAĞ SORUNU
Ermenistan, bölgedeki Ermeni nüfusunun fazla olması, dil birliği gibi nedenleri ileri sürerek Dağlık Karabağ’ın kendi toprakları olduğu iddia etmiş(2) ve uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerini hiçe sayarak kuvvet kullanmıştır. Kuvvet kullanımı, BM Antlaşması’nın m.2/f.4’te yasaklanmıştır. Bununla birlikte, sözleşme dışında bu kural aynı zamanda bir örf ve âdet kuralı ve uluslararası hukukun emredici kuralı olarak da kabul edilir. Şart’ta “savaş” terimi yerine “kuvvet kullanma” ibaresine yer verilerek yasaklananın sadece savaş olmadığı tehdit, saldırı, silahlı saldırı, müdahalenin de ayrıca yasaklandığı söylenebilir. Diğer yandan, BM Antlaşması’nda kuvvet kullanma yasağının istisnaları Güvenlik Konseyi’nin 7. bölüm uyarınca alacağı kararlar ve meşru müdafaa olarak belirlenmiştir. Kuvvet kullanımı yasağının içeriği Şart’ın m.2/f.4’te açıklanmamıştır. Bunun üzerine, 1965, 1970 ve 1974 tarihli birçok bildiri yayınlanarak kuvvet kullanma yasağının içeriği açıklanmıştır. Bu bildirilerde yer alan ilk husus, kuvvet kullanma yasağının geniş yorumlanması gerektiğidir. Çünkü, BM’nin en önemli amacı uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve kuvvet kullanma yasağı bu amaç doğrultusunda ortaya çıkan bir ilke olmuştur. Geniş yorum ile kuvvet kullanma yasağı, sadece aktif bir fiille silahlı saldırı olarak değil, aynı zamanda kuvvet kullanma tehdidi, başka bir devletin ülkesinde ayaklanma çıkarmak, ayaklananları eğitmek ve yönlendirmek, ayaklananlara askeri yardımda bulunmak gibi dolaylı kuvvet kullanma da kuvvet kullanma yasağının içine dahil edilir.
Bu bilgiler ışığında bakılacak olunursa Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki kuvvet kullanımını ne meşru müdafaa ne de 7. bölüm uyarınca alınan kararlarla ilişkilendirilebilir. Bu nedenle Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’da uluslararası hukukun önemli ilkelerinden olan kuvvet kullanma yasağını ihlal ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, Dağlık Karabağ’daki milislere askeri yardımda bulunarak Azerbaycan’ın iç-dış işlerine müdahale ettiği, böylece uluslararası hukukta devletlere yüklenen yükümlülüklere karşı hareket ettiği söylenebilir. Uluslararası hukukun temelini oluşturan “Devletler arasında egemen eşitliği” ilkesince hiçbir devlet başka bir devletin iç veya dış ilişkilerine karışamaz, müdahale edemez(3). Bu doğrultuda, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Bölgesi’ndeki halkı askeri anlamda desteklemesiyle Azerbaycan’ın egemenlik alanında cereyan eden bir soruna karşı Azerbaycan devleti aleyhine bir hamlede bulunarak Azerbaycan’ın iç işlerine müdahalede bulunduğu söylenebilir. Ek olarak Dağlık Karabağ Bölgesi’ndeki halkını desteklemesi, finansman sağlaması, silah yardımında da bulunması, Uluslararası Adalet Divanı’na göre kuvvet kullanımının ihlali olarak kabul edilmektedir. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua v. ABD davasında verdiği karara göre, ABD’nin Sandinista rejimine muhalif olanları eğitmesi, askeri ve lojistik yardımda bulunmasını kuvvet kullanma yasağına aykırı bulmuş, dolaylı olarak kuvvet kullanımı olarak nitelendirmiş, fakat silahlı saldırı olarak değerlendirmemiştir. Bu kararın Dağlık Karabağ sorunu için emsal karar olduğu aşikardır. 1994 yılında Ermenistan ile “Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Arasında Askeri İş Birliği Antlaşması yapılarak Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’daki gönüllü ve milislerine yardım sağladığı açıkça gözler önüne serilmiştir. Ermenistan’ın bu karardan yola çıkarak dolaylı olarak kuvvet kullanımında bulunduğu söylemek doğru olur. Ek olarak, Kelbecer’in işgalinin ardından Ermenistan bölgeye silahlı birliklerini göndermiştir(4). BM Genel Kurulu’nun 1974 tarihli 3314 sayılı bildirisinin 3. maddesinde yer alan saldırı tanımında (a) bendinde yer alan “Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona hücum etmesi veya ne kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya hücumdan ileri gelen herhangi bir askeri işgal veya kuvvet yoluyla başka bir Devletin ülkesini ya da bir bölümünün ilhakı” ibaresi ile Ermenistan’ın dolaylı kuvvet kullanma yanı sıra aktif bir fiille doğrudan kuvvet kullanımı ve silahlı saldırıda da bulunduğunu, böylece Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkına başvurmak için gerekli şartlardan olan silahlı saldırının Ermenistan’ın saldırıları ile oluştuğu söylenebilir. İşgal, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne aykırılık teşkil etmektedir ve BM’nin amaçları ile örtüşmediği söylenebilir. Bu yolla toprak kazanımı uluslararası hukuk tarafından kabul gören bir tutum değildir. Yukarda belirtilen açıklamalar sonucunda, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Bölgesi’ni işgali ile uluslararası hukukta yer alan kuvvet kullanma yasağını hem dolaylı hem de doğrudan olarak ihlal ettiğini ve bu nedenle sorumluluğunun bulunduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.
III. MEŞRU MÜDAFAA HAKKININ MEVCUDİYETİ İNCELEMESİ
Yukarda Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Bölgesi ile ilgili ileri sürdüğü iddialarının isabetsiz olduğu ve böylece BM Şartı’nın m. 2/4’te yer alan kuvvet kullanma yasağını ihlal ettiği belirtildi. Bunun üzerine tartışılması gereken başka bir mesele ise Azerbaycan’ın bu saldırılar üzerine meşru müdafaa hakkının doğup doğmadığıdır. Bu noktada Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkının doğup doğmadığı hem 51. madde kapsamında sunulan silahlı saldırı varlığı ve Güvenlik Konseyi’ne bildiri şartları ile hem de yapılageliş niteliğine sahip olan gereklilik ve orantılılık ilkeleri üzerinden incelenecektir. Son olarak doktrinde tartışmalı bir konu olan uzun yıllardır devam eden işgalin aynı zamanda devam eden bir silahlı saldırı teşkil edip etmediği konusuna değinilecektir.
İlk olarak incelenmesi gereken husus, silahlı saldırıya maruz kalma şartıdır. Silahlı saldırıya maruz kalma, devletlerin meşru müdafaa haklarına başvurmaları için mutlaka daha önceki bir illegal saldırı fiiline dayanmaları gerekmesidir. İlk kuvveti kimin uyguladığı bu bakımdan önem taşır. Çünkü ilk saldırıyı gerçekleştiren saldırgan olarak tanımlanırken bu saldırıya dayanarak kuvvet uygulanması meşru müdafaa kapsamına girer. Dağlık Karabağ olayına uyarlanacak olunursa, günümüzde Azerbaycan topraklarının işgal altında olduğu herkes tarafından tasdiklenen bir husustur(5). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin dört kararı, Avrupa Konseyi Parlamenter Konseyi (AKPM) kararı gibi birçok uluslararası kuruluş tarafından uluslararası arenada kabul edilmiş bir durumdur. Yani, Azerbaycan’ın silahlı bir saldırı altında olduğu aşikardır. Burada kararlaştırılması gereken husus saldırganın kim olduğudur. BM Güvenlik Konseyi kararlarında saldırgan devlet olarak açıkça Ermenistan’ın belirtilmemesi saldırgan olup olmaması durumuna dair şüphe oluştursa dahi AKPM’nin kararında bizzat Ermenistan Devleti’nin geçmesi(6) BM kararlarında da bu meselenin Azerbaycan ve Ermenistan arasında olan bir uyuşmazlık olarak bahsedilmesi ve en önemlisi Ermenistan Devleti’nin ileri gelen devlet görevlilerinin yaptıkları açıklamalar sırasında Azerbaycan topraklarını işgal ettiklerini ikrar etmeleri(7) saldırgan olarak Ermenistan’ın kabul edilmesi için hiçbir kuşku bırakmaz. Özellikle, Ermenistan ile Dağlık Karabağ Devleti arasında imzalanan askeri iş birliği antlaşması da Ermenistan’ın Azerbaycan’ın toprakları üzerinde askeri faaliyetlerini kanıtlar niteliktedir. Ermenistan saldırgan olarak kabul edilirken Karabağ’da gerçekleştirdiği fiiller BM’nin 3314 sayılı kararında belirtilen saldırı örnekleri içinde, özellikle 3. maddenin (a), (b) bentleri ile doğrudan kuvvet kullanımı, (g) bendi ile dolaylı kuvvet kullanımı, yer alarak da Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı kapsamında silahlı saldırıya maruz kalma şartını gerçekleştiğini söylemek mümkün olacaktır.
İkinci olarak, m.51 kapsamında meşru müdafaa hakkının kullanılması noktasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek ve onun el koyması ile meşru müdafaa hakkının kullanılmasına son vermek gerekmektedir. Saldırıya uğrayan ve meşru müdafaa hakkını kullanacak olan devlet, aldığı önemler bakımından Güvelik Konseyi’ne bildiride bulunması gerekir. Bunun üzerine Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için gerekli tedbirler alır ve böylece saldırıya maruz kalan devletin meşru müdafaa hakkı sona erer. Ancak alınacak olan önlemler amaç doğrultusunda etkili olmalıdır. Bu bilgiler ışığında bakılacak olursa, Azerbaycan’ın BM Güvelik Konseyi’ne bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bundan sonra BM’nin alacağı tedbirler doğrultusunda Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkı sona erecektir. Ancak, kararlar üzerinden 25 yılı aşkın süre geçmesine rağmen Azerbaycan’ın topraklarının işgal altında BM’nin 51. maddenin amaçları doğrultusunda etkili bir tedbir almadığı ortaya koymaktadır. Bu nedenle, 51. maddede geçen “Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek” ifadesi ile bölgedeki barış ve güvenliğin BM tarafından halen sağlanamaması Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkını sona erdirmeyecektir.
Her ne kadar 51. madde meşru müdafaa hakkını düzenlese de meşru müdafaa kullanımına ilişkin kapsayıcı bir madde olduğunu söylemek yanlış olur. Bu bağlamda meşru müdafaa hakkı ile ilgili 51. maddede bahsedilmeyen ancak yapılageliş niteliği kazanmış gereklilik ve orantılılık olmak üzere iki ilke bulunmaktadır. Bu noktada Caroline olayında bahsedilen ve teamül hukukundan doğan şartları incelemek gerekir. ABD ve İngiltere arasındaki uyuşmazlıkta hakemlik, meşru müdafaa hakkının kullanılması için tehlikenin o an ortaya çıkmış, ani, başa çıkılmaz ve başka hiçbir korunma yoluna başvurmaya imkân bırakmayacak nitelikte olması gerektiğini belirtilmiştir. Bu olay sonrasında teamül hukukunca meşru müdafaa hakkı için gerekli olan şartlara gereklilik ve orantılılık eklenmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nükleer Silahlarla İlgili İstişari Kararında, Nikaragua v. ABD ve Oil Platform davalarında gereklilik ve orantılılık şartlarından teamül hukuku olarak bahsederek yer vermesi de kanıtlar niteliktedir.
Buna göre gereklilik şartı, silahlı saldırıya uğrayan devletin kendisini savunması ve silahlı saldırıyı defetmesi için barışçıl yolların tüketilmesi ve son çare olarak kuvvet kullanımına başvurulmasını ifade etmektedir. Dağlık Karabağ konjonktüründen bakılacak olursa, taraflar arasında çatışmaları durdurma amacıyla hem BM hem de AGİT Minsk Grubu adı altında müzakere zirvesi kurarak çalışmışlar. Yaklaşık 20 yıl önce ateşkes antlaşması imzalanmış ancak barış antlaşması imzalanamamıştır. Bunun dışında, 25 yılı aşkın süredir toprakları işgal altında olan Azerbaycan için başka bir tedbir alınmamış her iki örgütün müzakereleri de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kaldı ki Ermenistan, 27 Eylül günü ateşkesi ihlal ederek tekrar Azeraycan’a saldırmaya başlamıştır. Bunun üzerine, barışçıl yöntemler ile bu sorunun nihayete eremeyeceği acı bir gerçek olarak gözler önündedir. Bu nedenle, Azerbaycan’ın silahlı saldırıya karşı kuvvet kullanımı dışında başka bir seçeneğinin kalmadığını ve meşru müdafaa hakkının meşruluğunu korumaya devam ettiğini söylemek doğru olur.
Bir diğer ilke olan orantılılık ilkesi ise gereklilik ilkesi gibi 51. maddede bahsedilmeyen ancak yapılageliş niteliği kazanmış ve BM amaçları doğrultusunda da uyulması gereken bir şarttır. Bu şarta göre, saldırıya maruz kalan devlet, saldırıyı defetme amacı doğrultusunda uygulayacağı kuvvetin en az kuvvet olması gerektiği belirtilir. Azerbaycan Ermenistan’a karşı kuvvet kullanımını, haksız fiil olarak topraklarının işgaline dayandırarak kullanacaktır. Azerbaycan’ın bu durumda kullanması gereken kuvvet sadece işgal altındaki topraklarını kurtaracağı en az kuvvet olması gerekmektedir.
Son olarak, doktrinde tartışılan bir konu uzun süredir devam eden işgal için, bu tür bir işgal sonucunda yeni bir statükonun oluşmuş olması karşısında meşru müdafaa hakkının ileri sürülüp sürülmeyeceğidir. Bazı görüşler, meşru müdafaa hakkının kullanılması için anilik şartının da sağlanması gerektiğini ileri sürerek saldırının başlangıcı ile meşru müdafaa hakkının ileri sürülmesi hakkında yakın bir zaman ilişkisi olması gerektiğini iddia ederler(8). Silahlı saldırının mütemadi bir nitelikle olarak yorumlanmaması aksi takdirde kuvvet kullanma yasağına karşı tehlikeli bir hukuk yaratıldığını öne sürülmektedir. Diğer bir görüş ise, işgalin mütemadi bir durum olarak algılanması ve devam ettiği süre boyunca meşru müdafaa hakkının devam ettiğini savunur. Yani anilik şartını meşru müdafaa için asli bir şart olduğunu ileri sürmezler. Kanımca da mütemadi silahlı saldırı görüşünün, hakkın varlığına daha uygun olduğu söylenebilir. Kuvvet kullanma yasağı ile devletlerin toprak bütünlüğünün korunması amaçlanıyor ise, mağdur devlete yalnızca sınırlı bir zaman çerçevesi sağlayarak saldırgan devletin işgalin sorumluluğundan kaçmalarına izin verilmesi yasağın ruhuna aykırı olacaktır. Aksini önermek, yasadışı işgalciyi uluslararası kınamayı görmezden geldiği için ödüllendirmekten başka bir şey olmayacaktır. Bu nedenle, Azerbaycan’ın yaklaşık 30 yıldır topraklarının işgal altında olması dolayısıyla kuvvet kullanarak topraklarını geri kazanma çabası meşru müdafaa hakkı kapsamında değerlendirmeye engel bir durum olarak öne sürülmemelidir. Sonuç olarak, anilik şartı meşru müdafaa hakkı için asli bir kriter olmadığını söylemek de yanlış olmaz.
IV. SONUÇ
Sonuç olarak, 27 Eylül 2020 tarihinde tekrar alevlenen ve halen devam eden yüz yılı aşkın uyuşmazlıkta Ermenistan’ın Dağlık Karabağ ile alakalı ileri sürdüğü kendi toprakları olduğuna dair iddiasının isabetsiz olduğu ve Dağlık Karabağ Bölgesi’nde BM Şartı’nın m.2/f.4’e aykırı olarak kuvvet kullandığını belirtebiliriz. Üstelik bunu, BM Güvenlik Konseyi’nin 1993 yıllarında çıkardığı kararlarda da izleri görülür. Yayınlanan 4 kararda da Dağlık Karabağ Bölgesi’nin Azerbaycan Devleti’nin ülkesi olduğu belirtilmiş, bölgedeki saldırılarının durmasını ve silahlı güçlerinin geri çekilmesi çağrısında bulunulmuştur. Kullanılan kuvvetin meşruluğunu iddia eden hiçbir ifadeye yer verilmemiştir. Bunun üzerine, Azerbaycan’ın ise bu uluslararası hukuka aykırı kuvvet kullanımı üzerine egemenlik haklarının ihlali dolayısıyla meşru müdafaa hakkının bulunduğunu kabul edilebilir. Barış antlaşmasının imzalanamadığı, AGİT, BM gibi uluslararası örgütlerin öncü olduğu bu sorun Ermenistan’ın Azerbaycan’ın egemenliği altındaki toprakları çekilmesi ile uluslararası hukuka uygun olarak çözümlenebilir. Çünkü, uluslararası arenada şiddet veya baskı yolu ile yeni devlet kurma kabul edilmez. Yeni devlet kurmanın ancak, demokratik bir şekilde ilgili tüm tarafların gönüllü bir anlaşmaya vardıklarında mümkün olabileceği kabul görür.