EUNAVFOR MED IRINI OPERASYONU ÇERÇEVESİNDE ROSELINE – A GEMİSİNE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN ASKERİ MÜDAHALENİN HUKUKA UYGUNLUĞUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
GİRİŞ:
Uluslararası deniz hukukunun düzenleme alanına giren açık denizlerin korunması ve yönetilmesi bu alanda en dikkat çekici konulardan biri haline gelmiştir. Hiçbir devletin ulusal yargı yetki alanına girmeyen bu sularda yaşanan olaylara hangi kuralların uygulanacağı, kurallara uyulmadığı takdirde ne gibi sonuçlarla karşılaşılacağı hep merak konusu olmuştur. Bu açıdan önem taşıyan ve yakın zamanda cereyan eden bir gelişme de EUNAVFOR MED IRINI Operasyonu çatısı altında Hamburg isimli Alman fırkateyni tarafından Doğu Akdeniz’de Libya’ya insani yardım taşıyan Türk ticaret gemisi Roseline – A’nın Libya’ya silah taşıdığı şüphesiyle durdurulması hadisesidir. Söz konusu olay medyada büyük yankı uyandırmış ve ilgili ülkeler tarafından tartışma konusu olmuştur. Açık denizlere ilişkin hukuki rejimin en temel ilkelerinden biri de açık denizlerin serbestliği ilkesidir. Bu ilke devletlerin egemenliği ilkesi ile de doğrudan ilişkili olup her devletin sahile kıyısı olmayan devletler de dahil açık denizleri serbestçe kullanabileceğini öngörmektedir. Açık denizlerde bir devlet aleyhine oluşturulan tehdidin aynı zamanda uluslararası hukukun yapıtaşı olarak bilinen egemenlik ilkesini de tehlikeye sokacağı yönünde şüphe bulunmamaktadır. Yukarıda bahsi geçen olay özellikle açıklanan ilkeler açısından ciddiyet arz etmekte ve uluslararası sularda adaletin sorgulanması açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu yazıda öncelikle olaya dair ayrıntılara yer verilecektir. Ardından olay sonucu ortaya çıkan tartışmalara ve temel hukuki soruna işaret edilecektir. Sonrasında ise açık denizlerde icra edilen denetimlerin hangi şartlar altında hukuka uygun hale geleceğinden bahsedilecek, özellikle bu bağlamda somut olay açısından önem arz eden Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2292 sayılı kararı incelenecektir. Nihayet önceki bölümde zikredilen koşulların somut olayda mevcut olup olmadığı değerlendirilecek ve haksız müdahale sonucunda bayrak devletin sahip olduğu imkanlardan bahsedilecektir.
I. OLAY İNCELEMESİ
a) Müdahalenin Arka Planı
2011’de Libya’daki iç savaşın patlak vermesinin ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın VII. Bölümde kendisine tanınan yetkiye dayanarak ilk olarak 1970 sayılı kararı ile Libya’ya silah ambargosu uygulanmasını öngörmüş ve üye devletleri bu tedbire uymaya çağırmıştır. Ardından 17 Mart 2011 tarihinde alınan 1973 sayılı kararda ise üye devletlere silah veya askeri teçhizat içerdiği şüphesiyle kendi topraklarındaki ve açık denizlerde seyreden gemilerdeki şüpheli yükleri teftiş etme yetkisi tanınmıştır. Bunun yanında aynı kararla ambargoya uyulup uyulmadığını ve ne kadar etkili olduğunu araştırmak üzere bilirkişi heyeti oluşturulmuştur.[i] Bundan sonraki kararlarında da bu hususlara vurgu yapmış, Temmuz 2016’da verdiği 2292 sayılı kararı ile de ambargo uygulamasını kuvvetlendirmiştir. Buna göre; üye devletler veya onlar tarafından kurulacak bölgesel kuvvetler aracılığıyla Libya yakınlarındaki açık denizlerde seyreden gemilerin silah ambargosunu ihlal ettiğine dair ciddi bir şüphenin varlığı halinde ilgili bayrak devletin de onayı alınmak suretiyle teftiş gerçekleştirilebilecektir. İlgili karar bundan sonraki her yıl geçerliliğini sürdürmüş ve son olarak 5 Temmuz 2020’de alınan 2526 sayılı kararla Temmuz 2021’ kadar uzatılmıştır.
Güvenlik Konseyinin 2016 tarihli 2292 ve 2020 tarihli 2526 sayılı kararlarını icra etmek üzere 31 Mart 2020’de Avrupa Birliği Deniz Kuvvetleri Akdeniz’de Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çerçevesinde IRINI operasyonunu başlatmıştır. [ii]Operasyonun temel misyonu 2292 sayılı kararın 3. Paragrafı uyarınca açık denizlerde Libya’ya silah veya benzeri askeri ekipman taşıdığından şüphelenilen gemilerin denetlenmesidir. Bunun yanında belirtilen asıl amacın dışında kalan birtakım hedeflerin de – örneğin Libya’dan petrol, ham petrol ve rafine edilmiş petrol ürünlerinin yasadışı ihracatı hakkında bilgi toplamak ve takip etmek – yer aldığını söylemek doğru olacaktır. [iii]
Söz konusu operasyonun meşruiyeti – aşağıda detaylıca açıklanacağı üzere – ilgili kararın 3. Paragrafında yer alan Libya Meşru Mutabakat hükümeti ile istişareye girme şartını yerine getirmediğinden tartışma konusu olmuştur. Diğer yandan Türk hükümeti tarafından operasyonun Hafter güçlerine verilen desteği görmezden geldiği iddiasıyla taraflı bir faaliyet olduğu vurgulanmış ve Türkiye’nin Akdeniz’deki egemenliğini baltalamak amacıyla yürütüldüğü gerekçesiyle eleştiriye tabi tutulmuştur.
Operasyonun bünyesine Almanya Nisan 2020 tarihinde katılmış ve Hamburg isimli fırkateyn operasyona katılmak üzere 4 Ağustos 2020’de Wilhelmshaven limanından yola çıkmıştır.
b) 22 Kasım Günü Yaşananlar
22 Kasım’da IRINI operasyonu çatısı altında faaliyet yürüten Hamburg fırkateyni tarafından saat 12:30 civarında açık denizde seyreden Türk bandıralı Roseline – A isimli ticari yük gemisi telsizden sorgulanmış ve gemide arama yapmak üzere izin istenmiştir. Bunun üzerine gemide arama yapılmasına izin verilmediği Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından saat 17:44’te IRINI harekat merkezine bildirilmiştir. Buna rağmen Hamburg fırkateyni saat 18:00’de gemiye izinsiz bir şekilde iniş yapmış ve hukuka aykırı bir şekilde arama faaliyetlerini sürdürmüştür. Olay anında çekilen görüntülerden de açıkça anlaşıldığı üzere gemi kaptanı da dahil olmak üzere mürettebat üyeleri silahlı askerler tarafından zor kullanılarak hizaya sokulmuş, aranmış ve bir yere kapatılmışlardır. Aramanın sonucunda 2292 sayılı kararda belirtilen hiçbir yasaklı maddenin yer almadığı sabit olmuş, gemide yalnızca birtakım boya ile ilgili malzemeler ve insani yardım ürünlerinin bulunduğu tespit edilmiş ve arama sonlandırılmıştır. Fakat buna rağmen birlikler gemide kalmaya devam etmiş, ertesi sabah saat 09:30’da helikopterle gemiden ayrılmışlardır.
c) Müdahalenin Ortaya Çıkardığı Sorunlar
Olaya ilişkin Alman hükümeti ile Türk hükümetinin görüşleri arasında keskin bir ayrılık söz konusudur. Alman hükümeti bayrak devlet Türkiye’nin arama izninin alınması konusunda iyi niyetli bir şekilde hareket edildiğini, Türkiye’nin müdahaleden önce verilen süre içerisinde sessiz kaldığını ve bu şekilde müdahaleyi onaylamış sayılacağını ileri sürmüştür. Hatta daha da ileriye giderek Türkiye’nin ilgili operasyona rıza göstermemesi halinde dahi müdahalenin geçerli olacağını savunmuştur. Bununla birlikte gemi kaptanı ve mürettebatın Alman askeri birlikleri ile işbirliği içerisinde hareket ettikleri, müdahaleye rıza gösterdikleri iddia edilmiştir. Arama faaliyetinin sonlanmasından sonra halen gemide kalmayı sürdürmelerini ise ciddi hava koşullarına bağlamış ve bu nedenden dolayı arama timinin ancak sabah ayrılabildiğine vurgu yapmıştır.[iv]
Alman hükümetinin Türk Hükümetinin iddialarına karşıt görüşleri de dikkate alınarak üç temel sorunun aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. İlki operasyonun yürütülmesi bakımından Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile iyi niyet çerçevesinde istişareye girişilip girişilmediğidir ki bu operasyonun meşruiyetini kazanması açısından bir koşul teşkil etmektedir. İkincisi ise denetimin gerçekleştirilmesi için harekâtın bayrak devlete tanıdığı süre içerisinde bayrak devletin rızasının alınması meselesidir. Sonuncusu da Roseline – A’ya karşı gerçekleştirilen müdahalenin “haklı gerekçelere” dayanıp dayanmadığı sorunudur. Aşağıdaki bölümlerde bu üç mesele tartışılacaktır.
II. AÇIK DENİZLERDE TİCARİ GEMİLERİN DENETİMİ ŞARTLARI
a) Uluslararası Deniz Hukukunun Temel Normları
Açık denizlerde ticari gemilere hangi şartlarda müdahale edilebildiği konusuna giriş yapmadan önce uluslararası deniz hukukuna ait birtakım temel normlara göz atmak faydalı olacaktır. Bunlardan ilki açık denizlerin serbestliği ilkesidir. Henüz 1918’de I. Dünya Savaşı’nın ardından yayımlanan Wilson İlkelerinin 2. Maddesinde bu ilkeye yer verilmiş ve sınırı devletlerin egemenliği ilkesi ile çizilmiştir. [v]Bunun yanında “Okyanusların anayasası” olarak tarif edilen[vi] ve bir uluslararası örf hukuku haline gelmiş Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) 87. Maddesinin 1. Fıkrasında tanımlanmış ve kapsamı belirtilmiştir. Buna göre “Açık denizler, sahili bulunsun veya bulunmasın bütün devletlere açıktır”. İlgili madde metninden de anlaşıldığı üzere tüm devletler açık denizleri uluslararası hukuk kurallarına uygun bir şekilde eşit ve bağımsız olarak kullanma haklarına sahiptirler. Bağımsız olarak açık denizleri serbestçe kullanmanın bir diğer sonucu ise bu bölgede bayrak devletin kendi gemisi üzerinde meydana gelen olaylar bakımından yargılama ve yaptırım yetkisi konusunda tek otorite olmasıdır.[vii] Buna da bayrak devletin münhasır yargı yetkisi ilkesi adı verilmektedir ve söz konusu sözleşmenin “gemilerin hukuki statüsü” başlıklı 92. Maddesinde açıkça ifade edilmektedir:
1. Gemiler tek bir devletin bayrağı altında seyredecekler ve uluslararası andlaşmalarda ve işbu Sözleşmede açıkca belirtilen istisnalar dışında, açık denizlerde o devletin münhasır yetkisine tabi olacaklardır.
Yukarıda da bahsedildiği üzere bayrak devlet kendi gemisi üzerinde her açıdan münhasıran yetkili olduğundan bayrak devletin onayı alınmadan gemiye yapılacak herhangi bir müdahale bu ilke gereğince hukuka aykırı sayılacaktır. [viii]Nitekim ilgili sözleşmenin ziyaret hakkı başlıklı 110. Maddesi de bu durumu açıkça ortaya koymakta ve yalnızca sayılan hallerde bayrak devletin rızası olmaksızın müdahalede bulunulabileceğini belirtmektedir.
1. Müdahalenin bir andlaşma ile tanınan yetkilerden kaynaklanması durumu dışında, açık denizde ve 96. maddelerde öngörülen tam dokunulmazlıklardan yararlananlar haricindeki bir yabancı gemiyle karşılaşan bir savaş gemisi aşağıda belirtilen konularda ciddi nedenler olmadıkça, bu gemiyi durdurup denetleme hakkına sahip değildir.
- Geminin deniz haydutluğu yaptığı;
- Geminin köle ticaretine karıştığı;
- Savaş gemisinin bayrağını taşıdığı devletin 109. madde uyarınca yargılama yetkisine sahip olduğu bir durumda, geminin izinsiz yayına hizmet ettiği;
- Geminin tabiiyetsiz olduğu; veya
- Yabancı bir bayrak çekmiş olmasına veya bayrağını göstermekten kaçınmasına rağmen, geminin gerçekte savaş gemisiyle aynı tabiiyette olduğu.
Ayrıca her ne kadar söz konusu maddede açıkça belirtilmese de BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı önlemlerle açık denizlerde müdahalenin kapsamını genişletmesi mümkündür.
BM Antlaşması 39. Madde uyarınca Güvenlik Konseyi barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu veya saldırıya uğradığını tespit etmesi halinde uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacıyla tavsiyelerde bulunabilmekte ve antlaşmanın 41. Ve 42. Maddeleri uyarınca hangi önlemlerin alınacağını kararlaştırabilmektedir.
Şayet Güvenlik Konseyi 41. Maddede belirtilen silahlı kuvvet kullanımını içermeyen önlemlerin yetersiz kalacağı veya kaldığı kanısına varırsa 42. Maddede öngörülen önlemlerin alınması yoluna gidebilmektedir. İlgili maddeye göre;
“uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir.”
Görüldüğü üzere uluslararası barışı ve güvenliği tehdit eden bir durumun varlığı halinde Güvenlik Konseyi, alacağı tedbirlerin etkili bir şekilde uygulanması amacıyla deniz kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü her türlü girişimde bulunabilecek ve bu girişimler üye devletlerin deniz kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları da içerebilecektir.
Her ne kadar yukarıda zikredilen 110. Maddede, açık denizlerde yabancı gemilere müdahale halleri arasında silah kaçakçılığı yer almasa da mevcut olayda Güvenlik Konseyi Libya iç savaşını uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir durum olarak kabul etmiş ve m.42’deki yetkisine dayanarak silah ambargosu uygulanmasına karar vermiştir. Ambargoya sıkı bir şekilde uyulmasını sağlamak amacıyla da üye devletlere aşağıda değinilecek olan belirli şartlar altında açık denizlerde seyir halinde olan yabancı gemileri denetleme yetkisi tanımıştır.
b) Güvenlik Konseyinin 2292 Sayılı Kararı
Söz konusu olayda yürütülen IRINI operasyonunun hareket noktası olması ve açık denizlerde denetimin şartlarını sayması bakımından 2292 sayılı karar büyük önem arz etmektedir. İlgili kararın 3. Paragrafı Libya’daki emniyetsiz silah ve mühimmatların oluşturduğu tehdidi ve bunların çoğalmasını engellemek amacıyla üye devletlerin her birine veya onların oluşturduğu bölgesel örgütlere paragrafta belirtilen istisnai ve özel durumlarda açık denizlerde yabancı gemiyi durdurma ve denetleme yetkisi tanımıştır. Bu yetki kararın ilanından itibaren 12 aylık süre ile kullanılabilecek ardından verilen kararlar ile uzatılabilecektir. Nitekim son olarak 2526 sayılı Temmuz 2020 tarihli kararla da bu yetki 12 ay daha geçerli olmak üzere uzatılmıştır. Üye devletler veya yer aldıkları bölgesel kuvvetler düzenleyecekleri operasyonun öncesinde BM tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile uygun bir şekilde konuyu görüşmek ve istişare etmek zorundadırlar. UMH ile istişare edilmesindeki amaç ise daha sonradan doğabilecek olası zararların önüne geçilmesi ve UMH’nin iç ve dış çıkarlarının korunmasıdır. İstişarenin nasıl yürütüldüğü burada önem arz etmektedir zira yürütülecek operasyonun yalnızca bildirilmesi yeterli olmamaktadır. Şayet bu amaçlansaydı istişare yerine bildirim ifadesinin kullanılacağı söylenecektir. Dolayısıyla bir istişareden bahsedilebilmesi için operasyonun UMH’ye bildirilmesinin yanında UMH’nin de konuya dair görüşlerinin alınması gerekmektedir. Bununla birlikte operasyonu yürüten birlikler ancak GK’nin önceki kararlarında ayrıntılı bir şekilde ifade edilen[ix] yasaklı silah veya ilgili malzemeleri taşıdığına dair ciddi şüphenin ve makul gerekçenin varlığı halinde Libya açıklarındaki açık denizlerde seyreden bir yabancı gemiye müdahalede bulunabileceklerdir. Son olarak müdahalenin meşru bir zemine sahip olabilmesi için ilgili bayrak devletin operasyona rıza göstermesi aranmış ve rızanın alınmasına yönelik iyi niyetli çabalara girişilmesi öngörülmüştür.
Özetle; ilgili olayda ulusal veya bölgesel olarak hareket eden kuvvetlerin açık denizlerde bir yabancı gemiye müdahalede bulunabilmesi için şu üç temel şartın bir arada bulunması gerekmektedir:
- Libya Meşru Mutabakat Hükümeti ile istişare edilmiş olması
- Müdahale öncesi bayrak devletin izninin alınmış olması
- İlgili geminin Libya’ya silah veya benzeri materyal taşıdığı hususunda ciddi şüphenin olması
III. MÜDAHALENİN SAYILAN ŞARTLARA UYGUNLUĞU
a) Libya Meşru Hükümeti İle İstişare Şartı
Müdahaleyi gerçekleştiren Hamburg fırkateyninin AB Deniz Kuvvetleri çatısı altında yürüttüğü IRINI operasyonu daha önce de değinildiği üzere pek çok eleştiriye maruz kalmıştır. Bunlardan biri de harekatın Milli Mutabakat Hükümeti ile istişare edilmeden ve izinsiz olarak başlatılmasıdır. [x]Operasyonun hedeflerini gerçekleştirebilmesi açısından istişare koşulunun sağlanması gereklidir zira alınan tedbirler Libya Meşru Hükümetinin çıkarları ile doğrudan ilgilidir. Buna ek olarak Berlin’deki Libya zirvesinde alınan 55 maddelik kararın 3. maddesinde de vurgulandığı üzere kendi barış ve güvenliğini tesis etme ve koruma anlamında temel yetki ona aittir.[xi] Güvenlik Konseyi yalnızca aldığı kararlarla bölgedeki barış ve güvenliğin yeniden tesis edilmesine katkı sunmakta ve bu şart ile üye devletlere Libya’nın kendi toprak bütünlüğünü koruma anlamında bağımsız ve tek yetkili olduğunu hatırlatmaktadır. Libya hükümeti ile istişare edilmesi salt ilgili tedbire uyulması için yürütülecek operasyonun bildirilmesinden ibaret olmayıp aynı zamanda operasyon ile ilgili verilerin paylaşılmasını ve bu konuda Libya hükümetinin görüşlerinin alınmasını gerektirmektedir. Kararın ilgili paragrafında yalnızca istişare ibaresi kullanılmamış, ayrıca “uygun” bir şekilde istişare edilmesi[xii] öngörülmüştür. Mevcut olayda Meşru Hükümet operasyona icazet vermediğini pek çok yerde dile getirmiştir. Libya hükümetinin İçişleri Bakanı Fathi Bashaga kendilerinin kontrolünde olan Trablus’a sevkiyatların düzenli olarak engellendiğini ancak silahların Hafter birliklerine ulaşmaya devam ettiğini vurgulayarak operasyonun taraflı olduğuna dikkat çekmiştir. Operasyonun kendilerinin Türkiye ve Katar’dan aldığı yardımları engellediğini iddia etmiştir. Libya hükümetinin ısrarlı itirazlarına rağmen IRINI harekâtı faaliyetlerine devam etmiş ve UMH ile bu hususta uzlaşmaya yönelik herhangi bir adım atmamıştır.
Tüm bunlar operasyonun en başta UMH’nin onayının olmaması nedeniyle etik açıdan uygun olmayan temeller üzerine kurulduğunu göstermektedir. Sonuç olarak; operasyon yetkilileri ve AB ülkeleri nezdinde hükümetin itirazlarının dikkate alınmaması, kararda öngörülen uygun istişare şartını sakatlamış ve harekâtın meşru bir zemine kavuşmasını engellemiştir.
b) Silah Taşındığına Dair Ciddi Şüphe/Haklı Gerekçe Şartı
Yukarıda da vurgulandığı üzere müdahalenin hukuka uygun sayılabilmesi için ilgili geminin Libya’ya silah veya benzeri malzeme taşıdığından şüphelenmek için haklı gerekçelerin mevcut olması aranmaktadır. 2292 sayılı kararın 10. Paragrafına göre üye devletlerden herhangi biri ulusal olarak veya bölgesel kuruluşlar aracılığıyla bu kararın 3. paragrafı uyarınca bir denetim gerçekleştirdiğinde, kendisi veya aracılığıyla hareket ettiği bölgesel kuruluş, Komiteye, denetim gerekçelerini bildirecektir. Operasyon sözcüsü, “geminin seyrüsefer şekli göz önüne alındığında, IRINI Operasyonu’nun BM silah ambargosunu ihlal ediyor olabileceğinden şüphelenmek için makul gerekçelerinin olduğunu” ileri sürmüştür. Daha yalın bir ifadeyle, sırf geminin seyrettiği yön, ambargoya aykırı hareket ettiğine dair şüphe duyulmasının – sözde – haklı nedeni olarak gösterilmiştir. İfade edilmelidir ki bir geminin sırf Libya’ya doğru seyir halinde olması ile onun silah taşıdığı şüphesi arasında kuvvetli ve doğrudan bir bağlantı bulunmamaktadır. Gemi silah ve yasaklı diğer malzemeler dışında mevcut olayda olduğu gibi insani yardım taşıyan bir gemi de olabilmektedir. Diğer yandan operasyon sorumluları, geminin silahla yüklü olduğuna dair şüphesini haklı kılacak bir fotoğraf veya gözleme dayalı bir rapor gibi somut veriler de ortaya koyabilmiş değildir.[xiii]
Kararın 9. Paragrafı uyarınca sağlanan izinlerin, yalnızca Libya kıyılarında açık denizlerde yasadışı silah ve ilgili malzeme kaçakçılığı için geçerli olduğu ve Üye Devletlerin uluslararası hukuk kapsamındaki haklarını, yükümlülüklerini veya sorumluluklarını, haklar da dahil olmak üzere, etkilemeyeceği kabul edilmiştir. Gemilerin salt Libya’ya doğru seyretmesi kararda öngörülen yetkilerin icra edilebilmesi için yeterli değildir. Aksi takdirde böyle bir yorum Libya’ya doğru seyretmekte olan tüm gemilerin herhangi bir somut veriye dayanmadan haksız bir şekilde denetime tabi tutulmasına yol açacak, açık denizlerde serbestlik ilkesini ihlal edecek ve nihayetinde kararın 9. Paragrafına da aykırı düşecektir. Özetle; ileri sürülen gerekçenin denetim açısından makul bir gerekçe olmadığını, kararda yasaklanan olgu açısından ciddi şüphe yaratmadığını söylemek doğru olacaktır.
c) Bayrak Devletin Müdahaleye Rızası Şartı
Daha önce de vurgulandığı üzere açık denizlerde geçerli olan temel normlardan biri de bayrak devletin münhasır yetkisidir. BMDHS’nin 110. Maddesinde özel ve istisnai olarak belirtilen haller dışında kural olarak açık denizlerde seyreden bir yabancı gemide denetim faaliyetlerinin yürütülmesi bayrak devletin iznine tabidir. Aksi takdirde, açık denizlerin serbestliği ilkesi ve onun da bağlı olduğu devletlerin egemenliği ilkesine aykırı gelinmiş olunacaktır. GK 2292 sayılı kararının 3. Paragrafının son cümlesinde bu paragraf uyarınca gerçekleştirilecek herhangi bir denetimden önce üye devletlerin bayrak devletin iznini almak üzere iyi niyetle çaba sarf etmesi gerektiğinden bahsedilmiştir. İlgili paragraftan da açıkça anlaşıldığı üzere şüphesiz bayrak devletin denetimden önce rızasının alınması yanında rızanın alınması konusunda iyi niyetli çabalara girişilmesi de gerekmektedir.
Hal böyle iken paragrafta belirtilen bu husus, IRINI operasyon yetkilileri ve bazı Alman hukukçu akademisyenler tarafından iznin alınması konusunda yalnızca iyi niyetli olarak çaba gösterilmesinin yeterli olacağı şeklinde yorumlanmıştır.[xiv] Somut olayda gemide arama yapmak üzere izin saat 12:30 sıralarında istenmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki IRINI operasyonu tarafından seçilen iletişim yöntemi Türkiye’den gelecek resmi bir yanıtı garantileyen, diplomatik açıdan uygun bir kanal olarak kabul edilemez. Şöyle ki; müdahaleye iznin verilmesi talebi, yerleşmiş diplomatik kanallar yoluyla iletilmek yerine konu ile ilgili iletişimin muhatabı olamayacak Türk yetkililerine e-posta gönderilmek suretiyle bildirilmiştir ve herhangi bir resmi yazışma niteliği de arz etmemektedir. [xv] Bununla birlikte Türkiye’ye izin verip vermediğini bildirmesi için yaklaşık 4 saatlik süre verilmiştir. Türk Dış İşleri Bakanlığı tarafından GK’ye gönderilen yazıda da açıkça ifade edildiği üzere 4 saatlik süre uygulamasının Türkiye tarafından imzalanan Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşmeye Ait 2005 Protokolünde hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Bu konuda da operasyonun harekât merkezi olan Roma’daki Türk askeri ataşesi saat 14:40’ta “herhangi bir zaman kısıtlaması getirilemeyeceğini” ve “denetim için mutlaka yetkililerden yanıt alınmasının beklenmesi gerektiğini” belirtmiştir. Bunun üzerine verilen süreye bir saat daha eklenmiştir. Türkiye saat 17:44’te gerçekleştirilecek arama faaliyetine izninin olmadığını açık bir şekilde bildirmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen saat 18:00’da operasyon harekete geçerek gemi kaptanının ve mürettebatın da rızaları hilafına haksız müdahalede bulunmuştur. Hatta Operasyon yetkilileri müdahaleye itiraz edilmesine yanıt olarak Türkiye’nin onayını almak için iyi niyetli çabaların yerine getirildiğini, onay verilmeseydi dahi denetimin gerçekleştirileceğini ifade etmişlerdir. Gemi personellerine uygunsuz muamelelerde bulunulmuş ve neredeyse tüm konteynerler aranmasına rağmen arama timi bir ihlalin olmadığına ikna olmamıştır. Operasyon tarafından yürütülen daha önceki aramalarda ise sadece birkaç konteyner denetlenmiş sonrasında ise geminin seyrine devam etmesine müsaade edilmiştir. Yine 2 Aralık’ta Bursa’daki Borusan limanından ayrılan ve Misrata’ya doğru seyreden Panama bayraklı M/V Medkon Gemlik gemisinin denetimi esnasında toplamda yalnızca beş konteynerin açıldığı ve bunun geminin herhangi bir yasadışı taşıma yapmadığının tespiti açısından tatmin edici olduğu bildirilmiştir. Mürettebat bütün serinkanlılığıyla haksız bir müdahale de olsa uluslararası hukukun gerekliliklerine uygun davranmıştır.
Ardından saat 00.22’de Dış İşleri Bakanlığı yapılan itiraza rağmen gemiye çıkıldığı haberini alır almaz tekrardan müdahaleye rıza göstermediklerini vurgulamış ve gerçekleştirilen bu yasa dışı faaliyetin derhal sonlandırılması gerektiğini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine saat 02:08’de Operasyon “Türk Dışişleri Bakanlığı’nın reddine saygı göstererek faaliyetin derhal sonuçlandırması talebini dikkate aldıklarını” ve “şu andan itibaren denetim faaliyetlerini durduracaklarını” ifade etmişlerdir. Böylece kendileri açısından da arama faaliyetini meşru kılan şeyin bayrak devletin onayı olduğunu dolaylı bir şekilde ortaya koymuşlardır. İlginç olan husus ise operasyonun en başta bayrak devletin itirazına önem vermeyip sonradan bu itirazın tekrardan vurgulanması üzerine haksız eylemlerine son vermiş olmasıdır.
Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere operasyon birliklerinin ve Alman hükümetinin öne sürdükleri iddialar hukuka aykırı olarak yürütülen operasyonun bir şekilde ayakta tutulması amacını gütmekte ve uluslararası deniz hukukuna hakim olan temel prensiplere de aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim 2292 sayılı kararın alındığı günde tanzim edilen toplantı tutanağında da açıkça görüleceği üzere pek çok devlet bayrak devletin münhasır yetkisine ve açık denizlerde serbesti ilkesinin önemine atıf yapmış ve her şeyden önce bayrak devletin izninin olması gerektiği yönünde görüşlerini bildirmiştir.[xvi] Daha da fazlası Güvenlik Konseyinin benzer kararlarında[xvii] ve tarafların arasındaki sözleşmesel ziyaret hakkını barındıran antlaşmalarda[xviii] da bayrak devletin müdahaleye rıza göstermesi şartı kesin suretle kabul edilmiş bulunmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’nin açıkça rıza göstermediği bu müdahalenin hukuka aykırı olduğu söylenecektir.
IV. SONUÇ
Açık denizlerde gemiler üzerinde gerçekleştirilen denetim faaliyetleri ulusal ve uluslararası çıkarların karşı karşıya gelmesi nedeniyle oldukça hassas bir konuyu teşkil etmektedir. Zira denetim için ilgili uluslararası hukuk metinlerinde öngörülen koşullar sağlanmadığı takdirde söz konusu ülkenin sahip olduğu temel haklar tehlikeye girebilmektedir. 22 Kasım 2020 tarihinde EUNAVFOR MED IRINI operasyonu çatısı altında Roseline – A isimli Türk ticaret gemisine karşı gerçekleştirilen müdahalenin bu açıdan önem taşıdığını söylemek gerekmektedir. Yürütülen faaliyetlerin geçerlilik kazanabilmesi için Güvenlik Konseyi’nin 2292 sayılı kararında birtakım şartlar sayılmıştır ancak yukarıda da detaylıca açıklandığı üzere mevcut olayda bu koşullara uyulmadan haksız bir müdahale gerçekleştirilmiştir. IRINI operasyonun yürütülmesi açısından Libya Meşru Mutabakat hükümeti ile uygun bir şekilde istişare edilmemiş, geminin silah veya benzeri malzeme taşıdığından şüphelenmeyi gerektirecek makul bir sebep yokken ve en önemlisi bayrak devlet Türkiye’nin müdahaleye onayı olmamasına rağmen denetim faaliyetleri icra edilmiştir. Yapılan aramalar sonucunda ise kararda belirtilen yasaklı maddelere rastlanmadığı gibi geminin şüpheleri haklı gösterecek hiçbir eylem de yapmamıştır. Dolayısıyla Türkiye müdahaleye itirazlarında da saklı tuttuğu üzere BMDHS’nin 110. Maddesinin 3. Fıkrasına dayanarak maruz kaldığı her türlü zarar ve kaybı tazmin edebilecektir.
[i] Daha detaylı bilgi için bakınız “Security Council authorizes ‘all necessary measures’ to protect civilians in Libya”. United Nations News Centre. 17 March 2011 https://www.un.org/press/en/2011/sc10200.doc.htm
[ii] “EU launches Operation IRINI to enforce Libya arms embargo”. Council of the European Union. Retrieved 25 December 2020. https://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2020/03/31/eu-launches-operation-irini-to-enforce-libya-arms-embargo/
[iii] Art. 1, Art. 2, Art. 3 and Art. 4 of COUNCIL DECISION (CFSP) 2020/472 of 31 March 2020 on a European Union military operation in the Mediterranean (EUNAVFOR MED IRINI)
[iv] “Like pirates” – Turkey accuses Germany of illegally boarding its merchant vessel on the high seas. 01 December 2020. Stefan Talmon. https://gpil.jura.uni-bonn.de/2020/12/like-pirates-turkey-accuses-germany-of-illegally-boarding-its-merchant-vessel-on-the-high-seas/
[v] “Denizlerin uluslararası sözleşmeler gereğince bütünüyle ya da kısmen kapatılabilmesi dışında, savaşta ve barışta karasuları dışındaki bütün denizlerde mutlak seyrüsefer serbestliği sağlanmalıdır.”
[vi] Orakhelashvili, A. (2018). Akehurst’s modern introduction to international law. Routledge.p. 159
[vii] Murat Aslan, December 2020, From A Tactıcal Move To A Strategıc Challenge: Operatıon IRINI, Seta Perspective, 63, p. 2
[viii] Sohn, L. (1984). Interdiction of Vessels on the High Seas. The International Lawyer, 18(2), p. 418 Retrieved December 26, 2020, from http://www.jstor.org/stable/40705522
[ix] Paragraphs 9 or 10 of Resolution 1970 (2011), as modified by paragraph 13 of 2009 (2011), paragraphs 9 and 10 of 2095 (2013) and paragraph 8 of 2174 (2014)
[x] “Fayez Al-Sarraj disclosed in a letter sent to the president of the European Parliament: ‘There has been no consultation with the GNA on the military operation as stipulated in Security Council resolutions.’”
[xi] “3. We reaffirm our strong commitment to the sovereignty, independence, territorial integrity and national unity of Libya. Only a Libyan-led and Libyan owned political process can end the conflict and bring lasting peace.”
[xii] “Member States …… with appropriate consultations with the GNA, in order to ensure strict implementation of the arms embargo on Libya, to inspect ….. on the high seas off the coast of Libya ..”
[xiii] Murat Aslan, December 2020, From A Tactıcal Move To A Strategıc Challenge: Operatıon IRINI, Seta Perspective, 63, p. 3
[xiv] On the legality of interdictions in the context of Operation IRINI and the arms embargo on Libya. 09 December 2020. Christopher Janz. https://voelkerrechtsblog.org/articles/the-m-v-roseline-a-incident/ and “Like pirates” – Turkey accuses Germany of illegally boarding its merchant vessel on the high seas. 01 December 2020. Stefan Talmon. https://gpil.jura.uni-bonn.de/2020/12/like-pirates-turkey-accuses-germany-of-illegally-boarding-its-merchant-vessel-on-the-high-seas/
[xv] S/2020/1240 (17 December 2020) Letter from the Permanent Representative of Turkey to the United Nations addressed to the President of the Security Council
[xvi] “The inspection of related vessels should be undertaken only with the consent of the flag States and in accordance with the resolution.” By Mr. Liu Jieyi. “It would apply in very specific contexts and does not call into question the law of the sea, whose guiding principle remains the consent of the flag State.” By The President.
[xvii] UN S/RES/2240 (9 October 2015), paragraph 7.
[xviii] the Smuggling of Migrants by Land, Sea and Air, supplementing the United Nations Convention against Transnational Organized Crime adopted 15 November 2000, entered into force 28 January 2004, article 8(2).