First-time ever: “There is an apartheid regime in Israel.” – A UN body claims.
UN Economic and Social Commission for Western Asia (UNESCWA) just issued a landmark report about the situation in Occupied Palestinian Territories and Israel. For the first time, a UN body classified what is going on in the region as an “apartheid regime”. Moreover UNESCWA encouraged governments and civil society to support the Boycott, Divestment and Sanctions Movement which Israel considers as a threat to its existence. The report also faced with some opposition from the US and Israel. Our trainers Abdurrahman Erol, Abdülaziz Ahmet Yaşar, Onur Dur ve Selman Aksünger translated the executive summary into Turkish. Here you can access the translation.
1967’den bugüne, Filistinliler millet olarak, raporda belirtilen 4 ‘alanda’ yaşamlarını sürdürmekteler. Bu bölgelerde Filistinli nüfusun bazı kısımlarına görünürde farklı muamele edilmekte fakat hepsi ortak olarak apartheid rejiminden kaynaklanan ırkçı baskılara maruz kalmaktadır. Bu alanlar:
- Özel sınırlamalarla İsrail vatandaşı Filistinlilerin yaşamlarını idare eden medeni kanun;
- Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin yaşamlarını idare eden sürekli oturum kanunu;
- Mülteci kamplarındakiler de dahil olmak üzere, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde 1967’den beri süregelen işgal şartları altındaki Filistinlilerin yaşamını idare eden askeri hukuk,
- İsrail’in kontrol ettiği alanın dışında yaşayan mülteci veya sürgüne gönderilmiş Filistinlilerin geri dönüşlerini imkansız kılma politikası.
1.alan İsrail vatandaşı olarak yaşayan 1,7 milyon Filistinliyi kapsıyor. Bu kişiler, İsrail’in doğuşundan sonraki ilk 20 yılda sıkıyönetim altında yaşadılar ve günümüze kadar Yahudi olmamaları sebebiyle baskılara maruz kaldılar. Bu tahakküm politikası alt derece hizmetlerde, sınırlandırıcı imar kanunlarında ve Filistinli topluluklara yapılan sınırlı yardımlarda, mesleki ve profesyonel fırsatlarda ve çoğunlukla ayrılmış olan Yahudi ve Filistinli vatandaşların yaşam alanlarında kendisini açıkça göstermektedir. Filistinli siyasi partiler küçük reformlar ve daha iyi bütçeler için kampanya yürütebilirler fakat ırksal rejimi koruyan yasaya itiraz etmeleri Temel Kanun uyarınca hukuken yasaklanmıştır. Bu politika, milliyet ve vatandaşlık arasındaki ayrımın sonuçları tarafından da desteklenmektedir: Bütün İsrail vatandaşları, İsrail vatandaşlığını haizdir fakat ancak Yahudiler İsrail milletini oluşturur. İsrail hukukunda milli haklar Yahudilerin milli haklarını ifade eder. Dolayısıyla, İsrail’deki Filistinli vatandaşların İsrail hukuku altında eşitlik ve sivil reform mücadeleleri, başka yerlerdeki Filistinlilerin mücadelelerinden izole edilmektedir.
2.alan Doğu Kudüs’te yaşayan ve eğitim, sağlık, iş, oturum ve inşaat alanlarında ayrımcılığa maruz kalan 300.000 Filistinliyi kapsamaktadır. Ayrıca, bu kişiler İsrail’in, Yahudiler yararına, ‘nüfus dengeleme’ politikasına hizmet eden evden çıkarmalarla ve yıkımlarla karşılaşmaktadır. Doğu Kudüs’teki Filistinliler daimi sakinler olarak sınıflandırılmakta ve bu, onları İsrail’deki Filistinli vatandaşlara demografik ve daha da önemlisi seçimlerdeki ağırlıklarıyla ilgili katkıda bulunmaktan alıkoymaktadır. Daimi sakinler olarak, İsrail hukukuna itiraz etme hakları yoktur. Ayrıca, işgal altındaki Filistin toprakları’nda yaşayan Filistinlilerle alenen ilişkilendirilmeleri durumunda Batı Şeria’ya ihraç edilme ve Kudüs’ü ziyaret haklarının ellerinden alınması riskiyle karşılaşabilirler. Dolayısıyla, Filistin siyasi yaşamının merkezi, buradaki sakinlerin hukuki olarak apartheid rejimine karşı çıkma haklarının kullanımını engelleyen hukuki bir balon içerisinde sıkışmış bulunmaktadır.
3.alan, 4,7 milyonu Batı Şeria’da ve 1,9 milyonu Gazze Şeridi’nde olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında yaşayan toplamda yaklaşık 6,6 milyon Filistinliye uygulanan askeri hukuk sistemidir. Bu bölge, Apartheid Konvansiyonu’ndaki apartheidin bütün şartlarını sağlayacak şekilde yönetilmektedir: soykırımla ilgili hüküm hariç, Konvansiyon’da belirtilen her gayriinsani fiil, İsrail tarafından rutin ve sistematik olarak Batı Şeria’da uygulanmaktadır. Buradaki Filistinliler askeri hukuka göre idare edilirken, yaklaşık 350.000 Yahudi yerleşimci İsrail medeni hukukunca yönetilir. Bu durumun ırkçı karakteri, İsrail vatandaşı olsun ya da olmasın, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin Yahudi olmaktan kaynaklanan korumaları haiz oldukları gerçeğince de ayrıca tasdik edilmektedir. Bu kendiliğinden problemli olan ikili hukuk sisteminin, ‘devlet arazilerini’ Yahudi nüfus yararına yönetmekle sorumlu olan Yahudi milli kurumların, arazi ve gelişmeyi ırka dayanan ayrımcılıkla yönetmesiyle birleşmesi bir apartheid rejiminin göstergesidir. Rapordaki genel bulguları destekleyici olarak, Ek 1 İsrail’in, işgal altındaki Filistin topraklarında Apartheid Konvansiyonu’nun 2.maddesini ihlal eden politikalarını ve uygulamalarını daha detaylı bir şekilde ortaya koymaktadır.
4.alan çoğu komşu ülkelerde yaşayan milyonlarca Filistinli mülteciyi ve istemsiz olarak sürgünde olanları ifade etmektedir. Bu kişilerin, İsrail’de ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki evlerine dönmesi yasaktır. İsrail ise bu Filistinlilerin geri dönüşlerini reddetmesini açıkça ırkçı bir dille savunuyor: Filistinlilerin ‘demografik tehdit’ oluşturduğu i ve bu kişilerin dönüşlerinin İsrail’in demografik karakterini, Yahudi bir devlet olma özelliğini yok edecek şekilde değiştireceği iddia edilmektedir. Geri dönüş hakkının kullanımının engellenmesi, apartheid rejimi açısından temel bir öneme sahip. Bu şekilde bölgedeki Filistinli nüfusun, İsrail’in bölgedeki askeri kontrolünü tehdit edecek dereceye ve/veya İsrail’deki Filistin vatandaşlarına tüm demokratik hakları talep etme ve dolayısıyla İsrail devletinin Yahudi olma özelliğini ortadan kaldıracak şekilde Filistinlilere demografik üstünlük sağlayacak dereceye kadar artmaması sağlanmaktadır. 4.alanın, uluslararası hukuk altında Filistinlilerin ülkelerine geri dönüş haklarını inkar eden politikalarla sınırlı olmasına rağmen işbu raporda bu alan, apartheid rejiminin sürdürülmesindeki demografik etkenlerdeki kritik rolüne binaen, Filistinlilerin topluca baskı ve tahakküm altına alınması sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak ele alınmaktadır.
Bu rapora göre, bu 4 alan birlikte değerlendirildiğinde bizzat İsrail’in kontrolü altında olan bölgelerde her kategoride Yahudi olmayanlar üzerindeki tahakkümün sürdürülmesini garantiye almak amacıyla geliştirilmiş kapsamlı bir rejimi oluşturmaktadır. Filistinlilere yapılan muamelelerdeki bu farklılıklar, bunların apartheidin bir şeklini oluşturup oluşturmadığına dair bir değerlendirme yok iken Birleşmiş Milletler tarafından meşru olarak kabul edilmekteydi. Bu rapordaki bulgular ışığında, uzun süredir var olan bu parçalı uluslararası yaklaşımın tekrar gözden geçirilme ihtiyacı hasıl olabilir.