İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlarda Sözleşme Girişimleri
İnsanlığa karşı suçlar Roma Statüsünde tanımlanan Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetki alanına giren dört suç çeşidinden biridir. Savaş suçları ve soykırım suçu hakkında düzenlemeler yapan sözleşmeler olması insanlığa karşı suçlar konusunda da böyle bir sözleşme olması konusundaki çalışmaları tetiklemiştir. Bu yazının amacı böyle bir sözleşmenin gerekli olup olmadığı konusundaki görüşlerden bahsetmek ve eğer gerekliyse bunun bugünün Dünya’sında mümkün olup olmadığını konuşmak.
Bu suçla ilgili bir sözleşmenin gerekli ve mümkün olup olmadığını tartışmaya başlamadan önce bu suçun Roma Statüsü’nde belirlenen özelliklerini ele almamız gerekiyor. Roma Statüsü’nün 7. maddesine göre “herhangi bir sivil topluluğa karşı geniş çapta ve sistematik bir saldırının bir parçası olarak işlenen aşağıdaki eylemleri kapsamaktadır.” denilerek tanım yapılmış daha sonrasındaysa suç kapsamına girebilecek fiiller belirtilmiştir. Bu suçla ilgili madde oldukça detaylı olup bu suç kapsamına girebilecek eylemleri belirterek suçun muğlâk kalmasını engellemeye çalışmıştır. Örnekler arasında sayılan suçlardan bazıları toplu yok etme, halkın sürülmesi veya zorla nakli, ırk ayrımcılığıdır.
Bir eylem insanlığa karşı suç teşkil edebilmesi için aşağıdaki temel özelliklere sahip olmalıdır:
- Yaygın ve sistematik bir saldırı olması,
- Sivillere karşı olması,
Bir yandan konuyla ilgili maddenin düzenlemenin Roma Statüsünde olması öte yandan bir Uluslararası Ceza Mahkeme’ sindeki davaların %30’u sadece insanlığa karşı suçlarla ilgili olması bu alanda sözleşme olmamasının bir eksiklik oluşturup oluşturmadığı konusunda tartışmaları arttırıyor.
İnsanlığa karşı suçlarla ilgili sözleşme olması gerektiğini savunanlar insanlığa karşı suçlara yaptırım uygulayan devletlerin oranının azlığını yaptırım uygulasa dahi iç hukuklardaki düzenlemelerinin Roma statüsüyle uyuşmadığından yola çıkıyor. Roma Statüsüne taraf olmayan devletler bir yana Roma Statüsüne taraf devletlerin bile 1/3’ü insanlığa karşı suçlarla ilgili iç hukuk düzenlemesine sahip değil. Bu da Roma Statüsünün devletler arası iş birliğini sağlama konusunda yetersiz olduğuna dair bir ipucu olarak kabul ediliyor. Uluslararası ceza mahkemesinin ulusal hukukları tamamlayıcılık prensibi yani iç hukukun soruşturma ve kovuşturma yapmadığı yerde UCM’nin yetkili olması prensibi de hesaba katıldığında Dünya’da insanlığa karşı suçlar konusunda Roma statüsündeki gibi tavır alan devletlerin azlığının eksiklik oluşturduğu düşüncesini kuvvetlendiriyor. İnsanlığa karşı suçların gerçekleşmesi için silahlı çatışmanın gerekmemesinin yanında bu suçların iç savaş ve diktatörlük dönemlerinde de yoğun olarak işlenmesi iç hukuklarda düzenleme yapılması ihtiyacı olduğunu böylece insalığa karşı suçlarla mücadelede bir adım da olsa öne geçeceğimizi gösteriyor. Roma Statüsüne taraf olmayan bir ülke olan Türkiye’deki durumu açıklamak gerekirse TCK’nun 77. Maddesi insanlığa karşı suçları düzenliyor. Burada belirtilen suç tanımı Roma statüsündekiyle özdeş bir biçimde yapılmıştır. Bu da uluslararası teamülün Roma statüsüne taraf olmayan bir devlete yansıyacak kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. Ancak Roma Statüsündeki seçimlik hareketli suçlardan bazıları TCK’ da seçimlik hareketli suç olarak öngörülmemiş. İnsanlığa karşı suçlarla ilgili Şu ana kadar 12 farklı insanlığa karşı suç sözleşmesi formule edilmiş. Bu kadar çok girişimde bulunması bir arayışın göstergesi olmakla beraber sözleşme taslakları arasında çok büyük farklar olmasa da kabul edilen tek bir taslağın olmaması esasen yakın vadede böyle bir sözleşme olmasının mümkün olmadığının işaretlerinden biri olarak kabul edilebilir. Devletlerin insanlığa karşı suçlarla ilgili sözleşmeye isteksiz yaklaşacakları bilhassa Roma Statüsünü imzalamayan devletlerin bu sözleşmeye sıcak bakmayacakları beklense de günümüzde bu suçların sonucunda hemen hemen tüm devletleri etkileyen sonuçların ortaya çıkması devletleri bu suçun engellenmesi için girişimde bulunmaya teşvik ediyor. Örneğin Suriye’de işlenen insanlığa karşı suçlar sonucu oluşan mülteci akını hemen her devleti etkilemiş durumda. Ancak bu suçun devletler tarafından işlenmesi muhtemel bi suç olması devletlerin bu konudaki isteksizliğini tetiklemeye devam ediyor. Bir çok devletin egemenlik alanına girilmesi endişesi taşıması kabul edilebilirliği yüksek bir sözleşmenin zor olduğunu gösteriyor. Bu yüzden böyle bir sözleşme yapılsa dahi devletlerin çekince koyma haklarının olmaması halinde çok fazla taraf ülke olmaması muhtemel. Ayrıca böyle bir durumda yeni oluşacak sözleşmede taraf olmayan bir devletin teamül hukukundan da kaçabilmesinin önünü açabilir. Öte yandan bu tip bir sözleşmeye çekince konulması sözleşmenin etkisini sınırlandıracak amacını gerçekleştirmesini büyük ölçüde engelleyecektir.
Sonuç olarak, insanlığa karşı suçlarla ilgili bir sözleşme düzenlenmesinin faydaları olacaktır. Bilhassa, devletlerin iç hukuklarında bu suçlara karşı ortak bir tavır alması ve devletlerarası işbirliğinin artması bu suçların işlenmesini engelleme yönünde önemli bir adım olacaktır. Ancak üzerine sözleşme olan diğer uluslararası suçlara baktığımızda henüz Roma Statüsü yokken yani ilgili suçlarla ilgili boşluk daha büyükken devletler sözleşme imzalamış. İnsanlığa karşı suçlardaysa tanımı dahi belirsizken bu girişimde bulunma ihtiyacı duyulmamış. Dolayısıyla, devletlerin bu noktada böyle bir girişimde bulunma ihtimali zayıf gibi görünüyor. Hatta herkesin kabul edeceği taslak bir metin ortaya çıksa bile devletlerin bu sözleşmeyi önceliklerine almaması muhtemel. Teamül hukuku sayesinde şu aşamada bu suçla mücadele için yeterli bir alanın mevcut olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Dolayısıyla şu aşamada uluslararası kamuoyu için hedeflenen menfaatleri gerçekleştiremeyecektir.