Karşı Kıyıya Yakın Adaların Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasındaki Rolü (Kızılhisar/Meis Adası Örneği)
Görsel: https://www.gallivantgirl.com/day-trip-meis/
Karşı Kıyıya Yakın Adaların Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasındaki Rolü (Kızılhisar/Meis Adası Örneği)
GİRİŞ
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, iki veya daha fazla ülkenin aynı deniz alanı üzerinde hak iddia ettiği durumlarda, bir sorun olduğu kadar bir ihtiyaçtır. Bu sınırlandırmanın uzlaşma yoluyla gerçekleştirildiği örneklerin yanında, çakışan hak iddialarının ülkeler arasında sorunlara yol açtığı ve dolayısı ile uluslararası mahkeme ve uluslararası tahkim yoluna başvurularak çözüme kavuşturulduğu örnekler de mevcuttur.
Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında adaların rolü üzerine farklı yaklaşımlar var olagelmiştir. Mevzu bahis adaların bulundukları coğrafi konum da bu rol üzerine yapılacak değerlendirmeler açısından belirleyicidir. Türkiye ve Yunanistan, adaların deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasındaki rolüne yönelik farklı yaklaşımlara sahiptir. Bunun sonucu olarak iki ülke, deniz yetki alanlarında çakışan hak iddialarına sahiptirler. Bu çalışmada karşı kıyıya yakın adaların deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasındaki rolü ve iki ülkenin farklı yaklaşımları, Kızılhisar/Meis Adası[1] örneği üzerinden incelenecektir.
DENİZ YETKİ ALANLARININ SINIRLANDIRILMASI
Deniz hukukunun en temel ilkelerinden birisi, karanın denize hâkim olmasıdır[2]. Kıyı devletinin deniz üzerindeki haklarının tespitinde, devletin kara parçalarının konumu dikkate alınır. Denizlerin anayasası olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), kendinden önceki sözleşmelerde kabul edilmiş ve teamül hukuku haline gelmiş kuralları da içermesi yönüyle, kendisine taraf olmayan ülkeleri de ilgilendirir. Türkiye, BMDHS’ye taraf değilse de hakkaniyete ve milli menfaatine aykırı gördüğü ve en başından beri açıkça itiraz ettiği birkaç madde hariç BMDHS’ye uygun hareket etmektedir.
Deniz alanları, anlaşmalar sonucu birbirinden ayrılmış ve bu ayrı alanlara farklı yetki ve haklar tanınmıştır. Bu çalışma kapsamında değinilmesi gereken alanlar kısaca, karasularının değerlendirilmesinde kullanılan esas hattın kara parçası tarafında kalan ve devletin ülkesel egemenliği ile özdeşleştirilen iç sular[3]; ülkenin kara parçasına bitişik ve bu parçadan ileri uzanan, kıyı devletinin egemenliğinde, yasal olarak ülkenin kara parçasıyla eşdeğer ve esas hattan itibaren 12 mili geçmeyen karasuları [4]; devletlere bazı amaçların gerçekleştirilmesi için sınırlı bir kontrol yetkisinin tanındığı ve karasularının hesaplandığı esas hattan itibaren 24 deniz milini geçmeyen bitişik bölge[5]; kıyı devletinin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında özel egemen haklara sahip olduğu ve karasularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren 200 deniz miline kadar uzanan münhasır ekonomik bölge ve bu devletin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı ve toprak altlarını içeren kısım olarak adlandırılan kıta sahanlığıdır[6].
Deniz alanlarının sınırlandırılması, iki veya daha fazla ülke arasında tarafların aynı alanda hak iddiaları söz konusu olduğunda bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Bir başka deyişle bir deniz alanında birden fazla ülkenin çakışan hak iddiaları, deniz alanlarının sınırlandırılması ihtiyacını doğurmaktadır.
Deniz alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin ilk çalışmalar 1930 Lahey Konferansı kapsamında gerçekleşmişse de buradan bir sonuç çıkmamıştır. Bu hususta üzerinde uzlaşılan ilk metinler 1958 Cenevre Sözleşmeleridir. Bu sözleşmelerde, deniz alanlarının sınırlandırılması öncelikli olarak devletlerin anlaşmasına bırakılmıştır. Aksi devletler tarafından belirlenmedikçe ve özel durumlar gerektirmediği sürece eşit uzaklık yönteminin uygulanabileceği belirtilmiştir[7].
1982 BMDHS 74 ve 83. maddelerine [8] göre sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasında münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmak amacıyla, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Statüsü’nün 38. maddesinde belirtildiği şekilde, uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile yapılacaktır.
Buna göre kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasında herhangi bir yöntem öncelikli olmayıp hakça ilkelere göre ve hakça sonuca ulaşmak amacıyla her bir uyuşmazlığın ilgili koşulları değerlendirilecektir. Hakça sonuca ulaşma amacı teamül hukuku olarak kabul edilmektedir. Nitekim Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarında (1969) sınırlandırmaya ilişkin bir zorunlu yöntemin olmadığı ve hakça ilkelerin uygulanması şartıyla, uygun olabilecek çeşitli ilke ve yöntemlere veya bunların bir kombinasyonuna başvurulabileceğini belirtilmiştir[9]. İçtihatta eşit uzaklık yöntemine fazlaca kez başvurulması, yalnızca ilgili uyuşmazlıkta, eşit uzaklık yönteminin hakça sonuca ulaşmak için elverişli olduğu anlamına gelmektedir.
Uluslararası sözleşmelerden ve içtihattan da görüldüğü üzere, uluslararası hukuk camiası, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununun çözümüne yönelik yöntemlere önem vermiştir. Herhangi bir yöntem, bu amaca ve uyuşmazlığın ilgili koşullarına uygun olduğu takdirde kullanılabilecektir. Sınırlandırmada eşit uzaklık, açıortay, paralel ve meridyen, çevrelenmiş alan, dikey, tek bir hatla sınırlandırma yöntemlerinden biri yahut birden fazlası uygulanabilir. Uyuşmazlığın ilgili koşullarının değerlendirilmesi sonucu bu koşullar sınırlandırma hattının ayarlanmasında yahut sınırlandırmada uygulanacak yöntemin belirlenmesinde rol oynayabilmektedir[10].
ADALARIN ROLÜ
Adalar, deniz alanlarının sınırlandırılmasında ya ilgili kıyının ve anakaranın bir parçası kabul edilirler ya da ilgili koşul olarak dikkate alınırlar. Deniz alanlarının sınırlandırılmasında tartışılagelen önemli mevzulardan biri, adaların sınırlandırmadaki rolleridir. Adaların deniz yetki alanı oluşturup oluşturamayacakları sorunu ile sınırlandırmadaki rolleri konusu birbirinden ayrıdır. Bir başka deyişle, adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı gibi deniz yetki alanları oluşturma hakkına sahip olup olmaması ile oluşturacakları deniz yetki alanının genişliği birbirinden ayrı meselelerdir. Nitekim BMDHS’ye göre adaların tümü, karasuları hakkına sahip olup üzerinde insanların oturmasına elverişli olmayan veya kendilerine özgü ekonomik bir yaşamı bulunmayan kayalıklar haricinde, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge alanı oluşturma hakkına sahiptirler[11]. Adaların oluşturdukları deniz yetki alanlarından ayrı bir mesele olan adaların sınırlandırmadaki rolü hususunda en öne çıkan mesele ise, adaların sınırlandırma esnasındaki etkilerinin ne kadar olacağının belirlenmesidir. İçtihattan ve sözleşmelerden örnekleri görüleceği üzere, adaların sınırlandırmadaki etkisi ekseriyetle hakkaniyete uygun sonuca ulaşma amacına uygun olarak her uyuşmazlığın ilgili koşullarıyla birlikte değerlendirilmektedir.
Bu değerlendirmede adaların ülkelerin anakaralarına göre konumlanışı önem arz eder. Öğretide kimi yazarlar tarafından adaların konumlarının sınıflandırılması, eşit uzaklık çizgisi hattına göre yapılmıştır. Adalar bu hatta göre dört grupta incelenebilmektedir. Eşit uzaklık çizgisine göre kendi anakarasına yakın konumlanmış adalar, doğru taraftaki adalar olarak anılmaktadır. Eşit uzaklık çizgisine göre kendi anakara ülkesi tarafında değil, başka bir devletin anakarasına yakın konumlanmış adalar ise yanlış taraftaki adalar olarak adlandırılmaktadır. Uyuşmazlığa taraf ülkelerin anakaraları arasındaki eşit uzaklık çizgisinin yakınındaki adalar ve bir ülkeye ait denizaşırı konumda olan adalar ise diğer gruplardır[12].
Tanınacak etkinin belirlenmesinde kıyı uzunlukları, anakara kıyılarının iç bükey veya dışbükey oluşu gibi coğrafi koşullar kadar, bir nüfusa sahip olup olmaması gibi coğrafi olmayan koşullar da etkili olabilmektedir. [13]
Adaların konumu ve diğer önem arz eden ilgili koşullar dahilinde adalara tam etki verilebileceği gibi, sınırlı etki verilmesi de söz konusu olabilmektedir. Tanınacak etkinin azaltılması yarım etki veya kısmi etki yoluyla sağlanabileceği gibi adanın çevrelenmesi de mümkündür. Hakkaniyete uygun sonuca ulaşma amacıyla, gerektiğinde adalara hiç etki verilmemesi söz konusu olabilmektedir[14].
ADALARA TANINAN ETKİ ÖRNEKLERİ
Adalara sınırlandırmada tam etki verilmesi durumunda, adalar aynı anakaralar gibi etki oluşturmaktadır. Karasuları bakımından adalara genellikle tam etki verilmekteyse de bu etki, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının oluşturdukları hak ve yetki genişliği ilgili uyuşmazlıkta hakça sonuca ulaşmaya elverişsiz olabilir. Bu durumda, söz konusu deniz alanları için bu etkinin tanınmadığı örnekler mevcuttur. Eritre-Yemen Tahkimi’nde (1998) Hanish Adaları[15], Romanya-Ukrayna Davası (2009)’nda Yılan Adası[16] ve Katar- Bahreyn Davası’nda (2001) Hawar Adası karasuları bakımından tam etki tanınan, kıta sahanlığı bakımındansa hak ve yetki tanınmayan adalara örnektir[17].
Uyuşmazlığa ilişkin ilgili koşulların adalara tanınacak etkinin azaltılmasını gerektirdiği durumlarda sonucu adalara sınırlı etki tanınması da mümkündür. Nitekim Katar- Bahreyn Davası’nda (2001) UAD, Bahreyn’e ait Fasth al Azm Adası’na tam etki verildiğinde sınırlandırma hattının orantısız şekilde Katar anakarasına yaklaşacağını, ancak etkinin ihmal edilmesi durumunda da sonucun hakkaniyete aykırı olacağını belirterek adaya sınırlı etki tanımıştır.[18] Adalara tanınacak etkinin sınırlanması yarım etki tanınması suretiyle de gerçekleştirilebilir. Nitekim Fransa-Birleşik Krallık Tahkimi’nde Scilly Adalarına[19], Tunus-Libya Davası’nda (1982) Kerkennah Adası’na[20] ve Maine Körfezi Davası (1984)’nda Seal Adası’na[21] yarım etki tanınmıştır. Adalara tanınacak etkinin azaltılmasına yönelik başvurulacak bir diğer yöntem de Fransa – Birleşik Krallık Tahkimi Kanal Adaları örneğinde görülebileceği gibi adaların kısmen veya tamamen çevrelenmesidir[22].
Adalara azaltılmış etki tanınması durumunda dahi hak kayıplarının söz konusu olduğu durumlarda ise hiç etki tanınmaması mümkündür. Nitekim Katar-Bahreyn Davası’nda Qit’at Jaradah Adası’na[23] ve Romanya-Ukrayna Davası’nda Yılan Adası’na[24] yerleşime uygun olmayan küçük adalar olmaları sebebiyle etki tanınmamıştır. Tunus-Libya Kıta Sahanlığı Davası’nda ise Jerba Adası’na anakaradan oldukça dar bir boğazla ayrılıyor olmasından dolayı etki tanınmamıştır[25].[26] Libya- Malta Davası (1985)’nda Filfila Adası[27] ve Katar – Bahreyn Davası’nda Fasth al Jarim Adası[28] sınırlandırmada ihmal edilmiş; Maine Körfezi Davası’nda körfez içindeki adalara[29] ve Eritre-Yemen Tahkimi’nde al-Tayr ve Zubayr Adalar Grubu’na hiç etki tanınmamıştır[30].
Bütün bu örnekler ve bahsi geçen mevzular göstermektedir ki, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında adaların ilgili ve özel koşullarına bağlı olarak tanınan etkiler farklılaşmaktadır. Her uyuşmazlıkta hakça sonuca ulaşmak amacı esas olup somut olayın gerektirdikleri dikkate alınmakta ve buna uygun karara varılmaktadır.
KIZILHİSAR ADASI ÖZELİNDE KARŞI KIYIYA YAKIN ADALAR
Adanın yanlış tarafta, yani bağlı olduğu ülkenin anakarasında değil karşı kıyının yakınında konumlanması, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında birçok zorluğu gündeme getirmektedir. Bahsi geçen adalara tam etki verilmesi durumunda karşı kıyı ülkesinin deniz alanları ciddi biçimde daralacaktır. Bu durumun hakkaniyete aykırı bir sonuç doğuracağına şüphe yoktur. Sınırlandırılacak deniz alanında bulunan adalara tanınacak etkinin belirlenmesi hususunda ilgili tüm koşulların hesaba katılması gerekmektedir.
Türkiye ve Yunanistan Doğu Akdeniz’de birbiriyle çakışan deniz alanları iddialarına sahiptir. Bu ihtilafın temelinde, iki ülkenin adaların deniz yetki alanı sınırlandırılmasındaki rolüne ilişkin yaklaşımlarının farklılığı yatmaktadır. Bu bağlamda karşı kıyıya yakın adalara tanınan etki, Doğu Akdeniz’de gerçekleştirilecek deniz alanı sınırlandırması açısından ciddi önem taşımaktadır. Zira Yunanistan’a ait Kızılhisar, Rodos, Kerpe ve Çoban adaları eşit uzaklık çizgisinin yanlış tarafında kalmaktadır. Özellikle Kızılhisar Adası, anakarasına en uzak Yunan adası olması ve Antalya’nın Kaş ilçesinin 1,2 mil açığında konumlanması sebebiyle tartışmaların odağı haline gelmiştir.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki adaların sınırlandırmadaki rolü üzerine tezlerini iki başlık altında incelemek mümkündür. Yunanistan ilk olarak, BMDHS md.121/2 temelinde adaların deniz yetki alanlarının kıta ülkeleri gibi düzenlendiğini savunmaktadır. Dolayısı ile Doğu Akdeniz’deki adaların da kıta ülkeleriyle aynı şekilde hak ve yetki oluşturduğunu ve adalara sınırlandırmada, anakaralarda olduğu gibi tam etki tanınması gerektiğini ileri sürmektedir. İkinci olarak ise Yunanistan, örf ve âdet kuralı niteliğine de sahip olduğunu iddia ettiği 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi 6. madde uyarınca kıta sahanlığı sınırlandırmasının tarafların anlaşmasıyla gerçekleştirilmediği durumlarda, şayet özel koşullar da başka bir sınırlandırmayı gerektirmiyorsa eşit uzaklık yönteminin uygulanacağını varsaymaktadır. Buna bağlı olarak Yunanistan, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sınırlandırmanın Türkiye’ye en yakın konumlanmış adası olan Kızılhisar ile Anadolu arasında eşit uzaklık yöntemiyle yapılması gerektiğini savunmaktadır. [31] Bu iki tezin sonucunda Yunanistan, Kızılhisar Adası’nın kendisinden 4 bin kat fazla deniz yetki alanı hakkına sahip olduğunu iddia etmektedir.
Türkiye ise bu şekilde bir bölüşümün hakça olmadığını ve Türkiye ile Yunanistan anakaraları arasında çizilen ortay hattın yanlış tarafında kalan adaların, Türkiye’nin anakarasına karşı eşit ölçüde deniz yetki alanı oluşturmasının hem uluslararası hukuka hem de hakkaniyet ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla, yanlış tarafta kalan adalara ya hiç etki tanınmaması yahut azaltılmış etki tanınmasını önermektedir. [32]
İçtihatta yanlış taraftaki adalara tam etki verildiği örnekler de mevcuttur ancak, bu örneklerin hiçbirinde yanlış taraftaki adalara anakaralarla eşit etki tanınması sonucunda, karşı kıyıdaki ülkenin bir deniz alanı kaybına uğradığı görülmemektedir. Zira tam etki tanınan yanlış taraftaki adaların ekseriyeti, karşı ülkenin kıyılarından önemli derecede uzak konumlanmıştır[33]. Doğu Akdeniz’de böyle bir durum söz konusu olmayıp yanlış taraftaki adalar Türkiye anakarasına oldukça yakındır. Özellikle Türkiye’ye en yakın Yunan adası olan Kızılhisar Adası’na tam etki tanınması gerektiğini görüşü hakkaniyete aykırı sonuç doğurmaya müsaittir.
İçtihat ve uluslararası sözleşmelerden, yanlış taraftaki adaların etkisinin azaltıldığı ya da bu adalara hiç etkinin tanınmadığı örnekler bulmak oldukça kolaydır. Örneğin, Romanya- Ukrayna Davası’nda UAD, mevcut coğrafi biçimi de hesaba katarak Yılan Adası’na Ukrayna anakarasının sahip olduğunun ötesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge alanı tanımamıştır[34]. UAD, Nikaragua-Honduras Davası (2007)’nda da bitişik kıyılar söz konusu olduğundan Honduras’ın Bobel Cay, Savana Cay, Port Royal Cay, South Cay Adaları ile Nikaragua’nın Edinburgh Adalarına yalnızca 12 deniz millik karasuları alanı tanımıştır[35].
İçtihat hukukunun bir örneği olmayan Papua Yeni Gine ve Avustralya arasındaki 1978 Torres Boğazı Anlaşması da çevreleme yönteminin kullanılması bakımından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Kıyının yanlış tarafında yer alan adalara geniş deniz yetki alanlarının tanınması durumunda, karşı kıyıda yer alan devletin deniz yetki alanlarının ciddi ölçüde daralacak olması sebebiyle Torres Boğazı Anlaşması’nda da yanlış tarafta kalan birçok adaya çok kısıtlı, dairesel deniz alanları verilmiştir[36]. 1969 Endonezya-Malezya Antlaşması’nda da Malezya kıyılarına yakın Endonezya adalarına sınırlı etki tanınmış ve Malezya’nın önemli bir hak kaybına uğraması engellenmiştir[37].
İçtihatta, yanlış tarafta olmayan adalara tam etkinin tanınmadığı örnekler dahi mevcuttur. Tunus-Libya Davası’nda, anakarasının 11 deniz mili açığında bulunan Kerkennah Adası’na yarım etki tanınması[38], Kanada-Fransa uyuşmazlığında St. Pierre ve Miquelon adalarının eşit uzaklık çizgisinin yanlış tarafında değil çizgiye yakın tarafında konumlanmış olmalarına rağmen tahkim mahkemesi tarafından etkilerinin sınırlandırılması[39], Libya-Malta Davası’nda, Malta kıyısına oldukça yakın olan Malta’ya ait Filfila Adası’nın dahi esas nokta olarak değerlendirilmeyip ihmal edilmesi[40] uyuşmazlıklarda hedefin hakça sonuca ulaşmak olduğunu ortaya koymaktadır.
Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere uluslararası hukuk camiasında, yanlış taraftaki adaların sınırlandırmadaki etkisi belirlenirken, karşı kıyı ülkesinin olası hak kayıpları göz önünde bulundurulmaktadır. Hakkaniyete uygun olmayan sonuçların söz konusu olduğu durumlarda ilgili koşullar nazara alınarak bu adalara azaltılmış etki tanınması veya hiç etki tanınmaması metotlarının yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir.
Türkiye ve Yunanistan’ın birbiriyle çakışan iddialarının söz konusu olduğu alan 75 bin kilometrekaredir. Bu çalışmanın muhtelif yerlerinde zikredildiği üzere, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında esas, hakkaniyete uygun bir sonuca ulaşmaktır. Doğu Akdeniz sorununun kendi özel şartları dikkate alındığında, Türkiye’ye oldukça yakın ve yüzölçümü oldukça küçük Kızılhisar Adası’na tam etki tanınması halinde bu ada, kendisinden 4 bin kat fazla deniz yetki alanı üretecektir. Ciddi hak kayıplarını önlemek amacıyla yanlış tarafta olmayan adalara dahi tam etkinin tanınmadığı örnekler mevcuttur. Dolayısı ile Türkiye’ye ciddi hak kayıpları yaşatması kesin olan Kızılhisar Adası’na anakaralar gibi tam etki tanınması gerektiği iddiası, hakkaniyete aykırı olup uluslararası uygulamaya da uygun düşmemektedir.
SONUÇ
Türkiye ve Yunanistan’ın adaların deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasındaki rolü üzerine görüşleri farklıdır. İki ülkenin iddia ettikleri rolün farklılığı sonucu oluşan deniz alanları arasında tabiri caizse bir uçurum vardır. Bu ise, Doğu Akdeniz üzerindeki tartışmaların önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Günümüzde, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında herhangi bir yöntemin öncelenmediği içtihattan ve uluslararası sözleşmelerden anlaşılmaktadır. Buna göre, adaların da sınırlandırmada oynayacakları etki hakça sonuca ulaşmaya elverişli olacak şekilde her uyuşmazlık özelinde değerlendirilmelidir. Kızılhisar Adası, özel durumu dolayısı ile tartışmaların odağındadır. Doğu Akdeniz’deki adalara, bilhassa Kızılhisar Adası’na, sınırlandırmada tanınacak etki Türkiye ve Yunanistan’ın deniz alanlarındaki hak ve yetkilerini belirlemesi açısından önemi haizdir. Uluslararası hukuk, sınırlandırmalarda hakça çözüme ulaşmayı amaçlar. Kızılhisar Adası’na tam etki tanınmasının hakça bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Bu sebeple, Kızılhisar Adası’na sınırlandırmada hiç etki tanınmaması veya tanınacak etkinin sınırlanması gerekmektedir.
KAYNAKÇA
- 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmeleri
- 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
- Acer, Yücel. “Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Rolü ve Devletlerarası Uygulama”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt:4, No:16, 2008.
- Arabacı, Tuğçe. Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Rolü, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2015.
- BAŞEREN, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Tüdav Yayınları No: 25 , Ankara 2006.
- Case Concerning Delimitation of the Maritime Boundary in the Gulf of Maine Area, (Canada v. United States of America), Judgment of 12 October 1984.
- Case Concerning Maritime Delimitation and Territorial Questions Between Qatar and Bahrain, (Qatar v. Bahrain), Judgment of 16 March 2001, ICJ Reports 2001.
- Case Concerning the Continental Shelf, (Libyan Arab Jamahiria v. Malta), Judgment of 3 June 1985, ICJ Reports 1985.
- Case Concerning the Continental Shelf, (Tunisia v. Libyan Arab Jamahiriya), Judgment of 24 February 1982, ICJ Reports 1982.
- Maritime Delimitation in the Black Sea, (Romania v. Ukraine), Judgment of 3 February 2009, ICJ Reports, 2009.
- North Sea Continental Shelf Cases, (Federal Republic of Germany v. Denmark; Federal Republic of Germany v. Netherlands)
- Orakhelashvili, Alexander. Akehurst’s Modern Introduction to International Law, Routlegde, New York, 2019.
- Shaw, N. Malcolm. International Law, Cambridge University Press, Cambridge, 2017.
- The Arbitration Between the United Kingdom of Great Britain and the Northern Ireland and the French Republic on the Delimitation of the Continental Shelf, (The UK- France Arbitraiton)
- The Arbitration between Yemen and Eritrea, the Award of 17 December 1999 of the Arbitration Court Established by Yemen and Eritrea (The Eritrea- Yemen Arbitration)
- The Case Concerning the Delimitation of Maritime Areas Between Canada and the French Republic, (Canada v. The French Republic), Arbitration Decision, 10 June 1992, 31ILM, 1992.
- Treaty between Australia and the Independent State of Papua New Guinea concerning sovereignty and maritime boundaries in the area between the two countries, including the area known as Torres Strait, and related matters, 18 December 1978.
- Yuksel C, Baran D, “Uluslararası Hukukta Doğu Akdeniz Krizi ve Türkiye ile Libya Arasındaki Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Mutabakatının Değerlendirilmesi” (2020) 40(1) PPIL 519. https://doi.org/10.26650/ppil.2020.40.1.0019 .
- https://www.aa.com.tr/tr/analiz/bm-deniz-hukuku-sozlesmesine-gore-meis-adasinin-statusu/1930943
- https://www.aa.com.tr/tr/analiz/dogu-akdenizdeki-yetki-alanlarinin-belirlenmesinde-adalarin-rolu/1670572
[1] Metinde Kızılhisar/Meis Adası, Kızılhisar Adası olarak anılacaktır.
[2] Orakshavelli, 2019, p. 162.
[3] Shaw, 2017, s.412,413.
[4]1982, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), m. 3.
Not: Türkiye, Ege Denizi gibi ülkelerin anakaralarının birbirine çok yakın olduğu denizlerde, karasuları genişliğinin tek taraflı olarak artırılamayacağını savunmaktadır.
[5] 1982 BMDHS, m. 33.
[6] 1982 BMDHS, m.76 .
[7] Türkiye 1958 Cenevre Sözleşmelerine taraf değildir. Dolayısı ile sözleşmenin Türkiye için bağlayıcılığı yoktur.
[8] 1982 BMDHS, m.74,83.
[9] para 90.
[10] Tuğçe Arabacı, Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Rolü (Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015), s.79.
[11] 1982 BMDHS, m.121.
[12] Yücel Acer, “Deniz Alanlarının Sınırlandırılmasında Adaların Rolü ve Devletlerarası Uygulama”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt:4, No:16, (2008) , sf 3.
[13] Arabacı, 2015, s.79.
[14] Arabacı, 2015, s. 107.
[15] para. 158.
[16] para. 149, 186
[17] para. 223.
[18] para. 128.
[19] para. 249, 250
[20] para. 129.
[21] para. 222
[22] para. 202.
[23] para. 128, 219.
[24] para. 149, 186.
[25] para. 79.
[26] Yuksel C, Baran D, “Uluslararası Hukukta Doğu Akdeniz Krizi ve Türkiye ile Libya Arasındaki Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Mutabakatının Değerlendirilmesi” (2020) 40(1) s. 537.
[27] para. 64.
[28] para. 128.
[29] Arabacı, 2015, s. 111.
[30] para. 147-148.
[31] BAŞEREN, Sertaç Hami, Ege Sorunları, Tüdav Yayınları No: 25 , Ankara 2006., s.146-150.
[32] Başeren,2006, s.150-154.
[33] Acer,s.14.
[34] para. 198..
[35] para. 304.
[36] Acer,s.15.
[37] Acer,s.15.
[38] para. 127, 129.
[39] The Case Concerning the Delimitation of Maritime Areas Between Canada and the French Republic, (Canada v. The French Republic), Arbitration Decision, 10 June 1992, 31ILM, 1992.
[40] para. 64.