Kültürel Varlıkların Korunmasında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Rolü
Kültürel varlıklarla ilgili Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) müdahalesini anlatmak için ceza hukukunun ve bilhassa uluslararası ceza hukukunun bu alanla ilişkisine değinmemizde fayda olacaktır. Ceza hukukunun bu alana müdahil olmasında kuşkusuz caydırıcılığa duyulan ihtiyaç ve ihlal edilen menfaatin kamusal yönü etkili olmuştur. En azından, ekonomik amaçlarla yapılan kültürel miras kaçakçılıklarının önlenmesi için idari yaptırımların ötesinde cezai yaptırımlarla caydırıcılığın sağlanması gereklidir. İhlallerin vahameti ve ihlallere ilişkin istatistikler de bu alanda ceza hukukuna başvurulması gerektiğini göstermiştir. Zira kültürel varlıklara yönelik suçlar azımsanmayacak miktardadır.
Bir suçun uluslararası suç olarak addedilebilmesi için delicto ius gentium yani uluslararası topluma yönelik bir ihlal olması gerekmektedir. Kültürel varlıkların insanlığın ortak mirası kabul edilmeleri sebebiyle onların üzerinde işlenen bir suçun uluslararası nitelik taşıması kaçınılmaz olmuştur. Ayrıca kaynak ulusların yani kültürel varlığı toprağında bulunduran ulusların tek başlarına bu işin altından kalkması da mümkün olmadığından mücadelenin uluslararası olması, bu kültürel varlıkların korunmasını sağlamak açısından son derece önemlidir. Kültürel varlıklar üzerindeki uluslararası ceza hukuku korumasını ele alırken ikiye ayırabiliriz:
- Silahlı Çatışma esnasındaki koruma
- Çatışmasız dönemdeki koruma
Çatışmasız dönemdeki korumaya geldiğimizdeyse UCM’ye pek rol düşmemiştir. Çatışmasız dönemdeki koruma daha çok devletlerin iş birliği içinde hareket etmesine yöneliktir. Bu alandaki koruma için de International InstitutefortheUnification of International Law (UNIDROIT) 1995 sözleşmesi ve BMGK rehber ilkeler metni gibi sözleşmeler mevcuttur.
Silahlı çatışma dönemlerindeki kargaşa hali bu tip suçların işlenmesini ve bunların göz ardı edilmesini kolaylaştırdığından bu dönemlerdeki koruma daha güçlüdür. Örnek olarak yakın dönemde Irak ve Suriye‘de çıkan karışıklıklar sonrası kaçırılan kültürel varlıkların aranması için dünya çapında kırmızı listeler oluşturulmuştur. Silahlı çatışma dönemlerindeki korumayla ilgili 4.Cenevre Sözleşmesi’nin 53. maddesinde genel bir imha yasağı vardır. Ancak kültürel varlıkların korunmasına ilişkin 1954 tarihli sözleşme bu konuda daha büyük önem arz etmektedir.
Ad hoc olmayan ilk ceza mahkemesi UCM’den önce de uluslararası ceza hukukunda kültürel varlıkların korunması ve buna ilişkin suçlar mahkemelerde dile getirilmiştir. Nitekim ICTY, Irak Özel Mahkemesi ve Kamboçya mahkemesinin tüzüklerinde de kültürel varlıklara verilen zararlar cezalandırılmıştır. Yine, silahlı çatışma dönemiyle ilgili teamül kurallarının ICRC tarafından yapılan derlemesinin 38. maddesinde kültürel varlıkların korunmasına ilişkin uluslararası silahlı çatışmalar hukukunda yer alan teamül kuralıbelirtilmiştir.
Burada UCM’nin rolünden bahsedebilmek için mahkeme statüsündeki ilgili ifadelere bakmamızda fayda olacaktır. Savaş suçlarıyla ilgili 8. maddenin 2. fıkrasının (b) bendinde belirtilen suçlar arasında kültürel varlıklara yönelik suçlar da vardır. Silahlı çatışma döneminde kültürel varlıklara verilen zararın soykırım başlığı altında açılacak kültürel soykırım kavramıyla beraber de değerlendirilebileceğini ileri süren görüşler olsa da bu görüş kabul görmemiştir. Ancak ICTY, kültürel varlıklara yapılan saldırıları soykırım kastı olduğuna delil olarak kabul etmiştir. Ayırt edici amblemler çekilerek savaş sırasında hedef alınmaları engellenmek istenmiş olsa da Bosna Savaşı’nda Sırplar Dubrovnik’teki tarihi eserleri ve yapıları bombalamışlardır. Bu konuda işlenen suçun, örf ve adete bakıldığında sonuçlu olması esas alınmış olsa da Roma Statüsü sonuçsuz olmasını da kabul etmiştir.Suçun sonuçsuz olmasının esas alınması kültürel varlıkların hedef alınması veya tehdit altında bırakılmasının yeterli kabul edilmesi demektir.
UCM’nin Al Mahdi’yle ilgili kararı bu konuda Mahkeme’nin rolünün doğrudan etkili olduğu bir karardır. Al Mahdi ve diğer milisler, kontrol altında tuttukları ve UNESCO’nun dünya mirası listesinde olan Mali Timbuktu’daki kutsal binalar ve tarihi el yazmalarını tahrip etmişti. Bu sebeple Mahkeme 27 Eylül 2016’de Al Mahdi’yi dokuz yıl hapis cezasına çarptırmıştır.
Sonuç olarak, UCM silahlı çatışma dönemlerinde kültürel varlıkların korunmasında sadece tüzüğüyle değil uygulamasıyla da önemli bir rol üstlenmektedir. Al Mahdi kararı bundan sonra benzer suçlarda verilecek kararlar adına mühim bir örnek teşkil etmektedir. Ancak belirtildiği gibi, UCM çatışmasız dönemde yapılan ihlallerle ilgilenmemektedir ve bu durum, kültürel varlıkların korunması açısından bir sınırlama teşkil edebilir. UCM’ nin yargıladığı suçların herhangi bir uluslararası suç olmayıp çekirdek suç olarak adlandırılan büyük suçlar olmasının ve devletlerin olağan uyuşmazlıklarından ziyade insanlığa doğrudan zarar veren saldırıların cezalandırılmasının bu duruma sebebiyet verdiği düşünülebilir.