Normatif Hiyerarşi: Bir Takım İnsan Hakları Diğerlerinden Daha Temel Nitelikte Midir?
1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde belirtildiği üzere ekonomik, politik, sivil, kültürel ya da sosyal içerikli hakların arasında mutlak surettte bir eşitlik bulunmakta ve tüm bu haklar aynı öneme sahip olmaktadır. Sonraki dönemlerde imzalanan 1986 Kalkınma Hakkı Bildirgesi’nde, 1993 Viyana Bildirgesi ve Eylem Programı’nda ve Çocuk Hakları Konvansiyonu’nda da bu durum defaatle yinelenmektedir. İnsan haklarının aynı zamanda bölünmez ve birbirine bağımlı olduğu ve hiçbir hakkın bir diğerinden daha aşağı seviyede olmadığı da teoride kabul edilmektedir.
Tüm bu bildirgeler ve genel kabüller ışığında insan hakları arasında bir hiyerarşik düzen olmadığı kabul edilse de bir takım kavramsal kargaşalar hiyerarşi problemine yönelik tartışmalara kapı aralamıştır. İnsan hakları arasında “temel haklar” ayrımı yapmak, teorideki mutlak eşitlik kabulü ile çatışan bir durum yaratacak ve haklar arasında bir hiyararşik düzen doğuracaktır. Böyle bir hiyerarşinin varlığından söz edilmesi ise insan haklarından bazılarının öncelikle korunmasına veya farklı hakların farklı düzeylerde korunmasına meşruluk kazandıracaktır.Böyle bir iddiada bulunmak insan haklarının temeline aykırı bir durumdur zira böyle bir ayrıma gidildiği takdirde örneğin su hakkının temel hak olarak kabul edilemeyecek olması insan haklarına normatif bağlamda aykırı bir durum teşkil edecektir. Zira dünya her konuda hızlı bir değişim içindedir ve bu değişimden elbette insan hakları da etkilenmektedir. Gelişmekte olan bu hakların temel hak ayrımıyla ikincil plana atılması yukarıda belirtilen genel kabullerin temelden sarsılmasına yol açacaktır.
Din, dil, ırk, millet ayrımı yapılmaksızın herkes için geçerli olan hakların tümünün temel haklar olduğuna şüphe bulunmamaktadır. Öte yandan insan haklarının birinci, ikinci ve üçüncü kuşak haklar olarak tasnif edilmesi ya dabu haklar için çekirdek haklar (core rights) ve mutlak haklar (absolute rights) ayrımı yapılması yine böyle bir hiyeraşinin varlığını teşkil etmemektedir. Birinci kuşak haklar (siyasal ve kişisel haklar) özgürlük, ikinci kuşak haklar (ekonomik ve sosyal haklar) eşitlik, üçüncü kuşak haklar (dayanışma veya halkların hakları) ise dayanışma veya kardeşlik ilkelerinin siyasal hukuki uzantılarıdır.[1]Örneğin yaşam hakkı tüm dünyada çekirdek bir hak olarak kabul gören ve olağanüstü hal dönemlerinde dahi ihlali mutlak surette yasaklanan bir haktır. Öyle ki idam cezasının tartışılması bile günümüz dünyasında sakıncalı görülmektedir. Ancak diğer bazı haklara dair böylesine ciddi bir koruma gözlemlenmemektedir. Burada bakılması gereken asıl husus devletlerin bazı hakların kullanımı üzerinde takdir yetkisinin (margin of appreciation) bulunup bulunmadığıdır. Nitekim devletler bazında değişkenlik gösteren bu durum yine böyle bir hiyerarşiye işaret etmemektedir. Peki bazı hak ihlallerinin belli mahkemelerde dava edilebilir olması onlara hiyerarşik bir üstünlük kazandıracak mıdır? Bu sorunun cevabı elbete olumsuzdur çünkü burada tüm dünya devletleri tarafından kabul görmüş bir insan hakları bildirgesinin olmaması ve böyle bir yargı mekanizmasının olmaması, yalnızca bölgesel anlaşmalarca kabul edilen ve bölgesel mahkemelerce yargı yoluna açılan hakları üstün kılamaz. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında düzenlenmemiş olan hakların ihlal edilmesi halinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’e yargı yolu kapalı olacaktır. Böyle bir durumda söz konusu hakların insan hakları kapsamında görülemeyeceği veya hiyerarşik olarak aşağı bir seviyede bulunacağı iddiası yine insan haklarının temel felsefesiyle ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’deki hakların eşitliği vurgusuyla bağdaşmayacaktır. Öte yandan farazi olarak tüm dünya devletlerince imzalanan bir insan hakları sözleşmesi düşünülse bile bu sözleşmede hangi hakların düzenleneceği konusu tartışmalar yaratacaktır. Zira devletlerin gelişmişlik düzeyleri dikkate alındığında hepsi tarafından kabul edilen bir insan hakları sözleşmesi yalnızca herkes tarafından uygulanabilecek belli hakları düzenlemeye muktedir olacaktır. Öyle ki daha az gelişmiş bir ülkenin ilk etapta –örneğimizi tekrar edecek olursak- su hakkını düzenlemeye istekli olmayacağı bir evrensel sözleşmede, bu durum daha çok gelişmiş ülkeler için sorun teşkil edecektir. Dolayısıyla devletlerin ya da bölgelerin gelişmişlik düzeylerine göre doğan ihtiyaçlarından müteşekkil olan hakları, onları diğer haklardan üstün kılmayacaktır.
Hiyerarşi tartışmalarının bir diğer boyutu ise sivil/politik haklar ve sosyal/ekonomik haklar arasında süregelmiştir. Bazı görüşlerce sosyal, ekonomik ve kültürel hakların gerçek anlamda insan hakları niteliğinde olmadığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla bu hakların birinci kuşak haklardan daha az önemli olduğu iddiası hiyerarşik bir düzen olduğu algısına sebebiyet vermiştir. Oysa söz konusu hakların güvencesinin sağlanması devletlerin ekonomik durumuna ve gelişmişlik düzeyine göre farklılıklar gösterecektir. Bu haklar sivil/politik hakların sağlanmasına kıyasla devletlerin ekonomik durumunun uygun hale gelmesi için bekletilebilir ya da daha doğru bir ifadeyle tamamlanabilir haklardır. Bu durum ise bu tür hakların ikincil bir statüde oldukları anlamına gelmemektedir. Sosyal/ekonomik haklar ile sivil/politik haklar arasında devletin aktif ve pasif hareket etmesi gibi bir takım farklılıklar elbette bulunmaktadır. Ancak bu durum bu iki farklı kuşaktan hakların birbirlerine üstünlüğünü ifade etmemektedir.
Netice itibariyle, insan haklarının normatif olarak hiyerarşik bir düzen içerisinde olmadıklarını kabul etmemiz gerekmektedir. Gerek insan haklarının tanımlandığı uluslararası bildirgeler gerek insan haklarının ortaya çıkışındaki temel felsefe aynı yaklaşımı işaret etmektedir. Gelişmekte ve dolayısıyla farklı ihtiyaçları doğurmakta olan modern dünyada yeni hak iddialarının ortaya çıkması doğal ve zorunludur. Ancak bu durum ortaya çıkan bu yeni insan haklarına hiyerarşik bir üstünlük kazandırmaz. Ya da sivil/politik haklar ile sosyal/ekonomik haklar arasında da böyle bir üstünlük ayrımına gitmek doğru değildir. İnsan hakları birbirleri ile diyalektik bir ilişki içerisinde ve iç içedir. Dolayısıyla insan hakları kuşakları arasında böyle bir sıralama yapılması olanaksız görülmektedir.
[1] Aydın Turhan, “İnsan hakkı kuşakları arasındaki tamamlayıcılık ilişkisi” (2013) İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4 (2).